28 Ekim 2014

"HİÇBİRŞEY BİLMİYOR HENÜZ"...

Kitabını okuyor sadece...
Onu ileride neler bekliyor bilmiyor, çok da takılmıyor aslında...Niye takılsın ki? Yada nereden bilsin hayatın bu denli zor olacağını, bir dolu üzüntüler, ayrılıklar, kırılmışlıklar yaşayacağını ve bir çok iniş çıkışla, aynı zamanda  mutlu da olacağını, başarılı da...Hem çok sevilip hem de çok seveceğini...Nereden bilsin?
Nereden bilsin, çok zor bir çalışma hayatı olacağını, tüm hayatını işine adayacağını hatta...Nereden bilsin, bu kadar her olayda kendini tüketeceği için, hayatın da Ona büyük büyük uyarılarda bulunacağını, ölümlerden döneceğini, Nereden bilsin...???
Akıllanmayacağını da nereden bilsin? Çokça kırılgan, fazlaca duyarlı yapısını hiç değiştiremeyeceğini de, sırf bu yapısı yüzünden çokça yaralar alacağını, yaralar aldıkça ve hayal kırıklıkları yaşadıkça, daha da hassaslaşıp, tamamen kabuğuna çekileceğini, hiç bir zaman kendisini  her haliyle sevemeyeceğini, en büyük derdinin, insanların Onu sevmesi olacağını, hep bir onay bekleyeceğini...
Gittikçe daha yalnızlaşacağını, onu üzen insanlardan yıllar içinde yavaş yavaş uzaklaşacağını, sevgiyle, ilişkilerle ilgili hep sorun yaşayacağını, hiç bir sevgi dozunun Ona yetmeyeceğini,   insanları bu yüzden biraz yoracağını ve üzeceğini nereden bilsin, nereden bilecekti ki?Kendini tanımıyor henüz orada...İnsanın kendini tanıyabilmesi bir ömür demek değil mi...
Şimdi 25 sene sonra aynı fotoğrafa baktığımda;
"Bedeller ödemeden başarılar gerçekleşmiyor" diyorum... Fotoğraftaki kızın başka şansı yoktu zaten...Hiç şansı yoktu...Başarmak ve ayakta kalabilmek zorundaydı. Başardı, ayakta dimdik duruyor...Vazgeçerse kaybeder bunu çok iyi biliyor. Vazgeçmeyecek...


21 Ekim 2014

"YAŞADIĞIM YÜZYILA AİT HİSSETMİYORUM KENDİMİ"...

Yaşanılan her kötü durumun arkasında sevgisizlik var. Sevgisiz büyüyen insanlar, sevgisizliklerini her an belli eden...
Sevgi her şeyin anahtarı, sevip, sevilmeyi hissedemediğimiz sürece mutsuz olmaya devam edeceğiz.
Kim bilir nerelerde, kimlerde arayacağız suçu, hatayı?
Tek şey mutlu ediyor beni bu hayatta... Sevildiğimi hissettiğim her an, sevgimi hissettiğim her an...
Eğer sevgi varsa hayatımda, benden güçlü, benden mutlu, benden keyifli, benden komik, benden olgun ve benden çocuk, benden hoş ve benden yaratıcı kimse yok sanki...Öyle bir coşmak yok...Öyle bir güç yok...
Sevgi istiyorum sadece, sevgi istedim hep, şefkatle yoğrulmuş, salt çıkarsız, doğal ve gerçek...Güveniyorum hemen... Sevgiyle yaklaşılmışsa eğer... Çünkü sevgiyle yaklaşılıyor ise, en zayıf halkam evet bu, doğru ve en kolay yakalanacağım hassaslığım...
Sevgi insanlarına itinayla yaklaşıyorum ve olağanüstü saygı duyuyorum.Bu durum her zaman böyle oldu çünkü aşkı da onlar yaşayabiliyor dibine kadar, tutkuyu da...Hassaslar çok ve giderek azalıyorlar...Nasıl bir dünya olduk biz ha???
Ne sevgisi, ne aşkı?
Berbat çıkar ilişkileri arasında boğulmaya devam ediyoruz. Her şey bir yada bir çok nedene bağlı planlanıyor. Planlanan aşk olabilir mi hiç? Evet planlanıyor. Ne beklersiniz planlı aşklardan, ilişkilerden hatta sevişmelerden... Sanal dünyaya öyle alışmışsınız ki, eminim bazı geceler kimle seviştiğinizi unutacak kadar batmışsınız bu yanlışın içine...
Size acıyorum ve öfke duyuyorum. Dünyamızı yaşanamaz hale getirdiğiniz için, hayatımızın, güzel ve anlamlı geçebilecek dakikalarını, anlarını yok ettiğiniz için... Mutlu musunuz?
Hiç sanmıyorum...
Sessiz çığlıklarınızı duyabiliyorum...Zavallısınız...Yitirdiniz değil mi insanlığınızı ve dönüş yolu da bulamıyorsunuz.
Yaşadığım yüzyıla ait hissetmiyorum kendimi...
Ahh diyorum mümkün olabilseydi, ahhhh hiç bir şeyim olmasaydı da o sevgi dolu pırıl pırıl insanlarla aynı havayı soluyabilseydim...
İnsanların, insani değerlerini yitirmediği, çok daha mutlu, saygılı...İlişkilerde kadınların tüm zarifliğiyle,kadın olduğunun bilinciyle, nerede durması nerede konuşması gerektiğinin farkında, hoş çok hoş algılandığı... Erkeklerin ise bir kadını hayatlarına katmak için, her yolu denediği, çabaladığı ve daha çok kıymet verebildiği, daha gerçek sevebildiği, daha çok koruma iç güdüleriyle, onlara kocaman kucaklarını sıcacık açabildiği, daha şımartılmamış, kadınlar tarafından bu denli gereksiz ilgiye boğulmamış, adam gibi adam oldukları...
Sevgisiz büyüdünüz değil mi? Anneniz babanız ellerinize birer laptop tutuşturdu, internet, sanal arkadaşlıklar, " like"lar, "online"lar, :)) kahkahaların, duyguların yerini alan noktalamalar ...
Ne beklenebilir ki, ne verdiniz ne bekliyorsunuz? Budur ve bu durumu aratacak ilerleyen yıllar...
Yazık, çok üzülüyorum çünkü gerçek sevginin anlamını hiç bir zaman anlayamayacaksınız.
Yazık, sevdiğiniz biriyle sadece ama sadece aylar sonra yanızca elele tutuşmak ne demek hiç bir zaman anlayamayacaksınız.O keyfi bilemeyeceksiniz...
Bizler, yani orta yaş bizim jenerasyon, işte bunların hepsini yaşadık, az da olsa tattık ve işte bu yüzden şimdi gelinen nokta bize çok ağır geliyor. Bunu da anlayabilmeniz zor. Anlamanızı da beklemiyorum.
Yine söylüyorum, hep söyleyeceğim. Yaşadığım yüzyıla ait hissetmiyorum kendimi...Sessizliğe bürünmem de bu yüzden, suskunluğum, hırçınlığım, öfkem de...



29 Haziran 2014

SESSİZCE, KİMSELERE SÖYLEMEDEN...

Kimselere söylemedim. Kaçtım...Fotoğraf paylaşmadım, uçaktan şehir görüntüleri, alınan uçuş kartları, foursquarede konum bilgisi vs de bildirmedim. 
Cep telefonundan mümkün olduğunca uzak durarak, sosyal medyaları hiç merak etmeyerek, sanal 'Like' ları mümkünse en aza indirgeyerek....
Her şeyden bunalmak bu olsa gerek...
Tek başına en son 10-15 sene önce çıkmıştım, gitmiştim bir yerlere...Olağanüstü heyecanlıydım, hatta arabamla ilk uzun yol deneyimim de olacaktı. Arkadaşlarıma göre büyük cesaretti. Hem genç bir kadın, hem tek başına ve hem de ilk uzun yol deneyimi:)
Çıktım, çıkmam gerekiyordu, gitmem, uzaklaşmam, kendimle kalmam, kendimi dinlemem, neredeyim, ne yapıyorumu sorgulamam vs... 
Biraz erkeksi görünmeye karar verdim. Mola yerlerinde indiğimde yada araç kullanırken yanımdan tırlar, bir dolu ağır vasıta geçerken, dikkat çekmemeliydim.
Saçlarımı bir kasketin içine topladım, bolca bir bahçevan jean- thishirt çıktım yola. Harika bir deneyim olmuştu benim için. İstediğim bir şeyi tek başıma başarmıştım. özgüvenim yükselmiş ve yalnız olmanın ne kadar keyifli olduğunu deneyimlemiştim.
Gelelim günümüze...
15 sene sonra yine benzer duygularla ve bir çok şeyden usanmış, yorgun...Daha olgun ama ve ayakları daha yere basarak... İlk uçağa atlayıp, soluğu bir yerlerde aldım. Şimdi nefes alabiliyorum. Yıldızlara uzun zamandır bu kadar imrenerek ve özlemle bakmadığımı farkettim. Burada ne kadar yakın ve pırıltılıydılar. 
Ağustos böceklerini dinledim gece terasımdan...
Saatlerce yüzdüm, yorulup nefes nefese kalana dek. Uzun zamandır yazmadığımı farkettim. Demek ki uzun zamandır dönüşme çabam da olmamış,kendimle konuşma isteğim de... Rutin şehir hayatına ve işe kaptırmışım kendimi...
Yazmak ne kadar güzel. Yazabilmek ne mucizevi bir olay...Özlemişim...
Şimdi dönüyorum melekler gibi...Arınmış, kararlı, sevgiyle...Çevremdeki güzel insanlar; "Dönüşmüş geliyorum, daha huzurlu en azından, kendini daha çok seveceğine söz vermiş ve başkalarını mutlu etmek zorunda olmadığının bilinciyle...
"İyi ki varsınız...DB.







6 Aralık 2013

"İŞTE BÖYLE YOK OLUR HER ŞEY"

Kaybetmek bir ilişkide öyle hemen olmuyor. Ne süreçlerden geçiliyor...En zor tanınabilen varlık insan değil mi üstelik? Neden?
Çünkü aklıyla ayrılıyor diğer varlıklardan...Kendini, bu sayede de çok kolay gizleyebiliyor.
Çoğunuz her ilişkinin başında büyük bir keyifle ve tanımaya bile gerek duymadan, kendinizi teslim etmiyor musunuz?.. Eminsiniz...Dünyanın en büyük aşkını yaşıyorsunuz ve en mutlu çift sizsiniz...
Karşınızdaki insanı tüm çıplaklığı ile keşfettiğinizde,  büyü bozulduğunda ya da...Mutlu ve huzurlu devam etmeniz mümkün değildir artık... Devam edemezsiniz işte...Gördüğünüz tablo hiç de iç açıcı değildir, saflığı gitmiştir aşkınızın...Herkes sizin kadar saf değil...Bunu en sert biçimde anlarsınız.
Gerçekler acımasızca karşınızdadır, bütün çıplaklığıyla...
Gerçekler...
Evet gerçek olan bir şey varsa, siz ne kadar sevgi dolu, verici, açık ve netseniz,İnsanlar da bu iyi niyetinizi suistimal edecek kadar kapalı, içten pazarlıklı ve dürüstlükten uzak olabiliyorlar..."İnsan kullanma sanatı" diye bir ders olsa üniversitelerde, ders verebilirler onlar...
Evet,
En zor tanınabilen varlık insan...
Neden?
Çünkü "AKIL" var onda...Ama,
Er ya da geç tanınıyor sonuçta, er yada geç...Maskeler mutlaka bir gün düşüyor...
Geriye ne kalıyor?
Zamanında inanılan yalanlar...
Bitirilen umutlar...
Sahte sevgiler...
Kullanılmışlık duygusu...
Öfke...
Kandırılmışlık...
Sonra ne oluyor biliyor musunuz?
Sizinle gerçekten ilgilenen, özverili, duyarlı, tam da beklediğiniz gibi biri çıktığında karşınıza, artık yaralanmış olduğunuz için, inanmıyorsunuz, savunma mekanizmaları geliştiriyorsunuz kendinizi koruyabilmek için...
Hatta doğallığınızı yitiriyorsunuz, sevebilme kapasitenizi, neredeyse yarıya indirebiliyorsunuz.
Canınız yanmış çünkü...Bundan da hiç suçu, günahı olmayan bir çok saf aşık nasibini alıyor maalesef...
Gelin, en başta net ve açık olmayı deneyin. Sizi artılarınız ve EKSİLERİNİZLE DE kabul edecek birileri mutlaka vardır.
Hayat kısa...Kimsenin zamanını boşa almayın. Hayatlarından çalmayın...
Açık olun açık....
Hele yalan...Hiç söylememeye gayret edin...LÜTFEN...




27 Kasım 2013

KENDİMLE BAŞBAŞA...

Seviyorum yalnız kalmayı, kendimle başbaşa, sadece ben... Çok gerçek...Ölüm gerçeği gibi, sert ve soğuk...Ama gerçek işte... Maskesiz...Evet hüzünlü biraz, doğru...Yüzleşme biraz da birebir...Net...Kendi kendimle kaldığımda, daha yaratıcı, daha derin, daha BEN...
 Bu gece de kendimleyim. Biraz kitap okudum, biraz bir filme takılmaya çalıştım ama film, beni sonuna kadar bağlayamadı kendine maalesef:)
Mezzo'da keyifli bir konser dinledim Çellolar, piyanolar,kemanlar...
Dikkat ettim de yazma isteğim hep, keyifli müzikler dinlediğimde, yalnız kaldığımda, çokça ben olduğumda iteliyor beni ve sanki bir yerlere yetişecekmişim gibi, kendimi bilgisayarımın başında ve tuşlara basarken buluyorum... Sanki önceden hiç nefes alamıyor muşum da ancak, şimdi, tuşlara basarken, yazarken, yeni ve ilk kez nefes alıyormuşum gibi...
Yazmak ve kendimle kalmak iyi geliyor bana...Özeleştiri yapmak da...
Özeleştiri zordur, kaçarız çoğumuz yüzleşmekten kendimizle ama insanız sonuçta ve hatalar yapıyoruz.
Kimse mükemmel değil ve olamaz da...
Önce bunu kabul ederek bir adım atmalıyız özeleştirimize...
Kendimle başbaşa kaldığımda, hatalarım var, tabii ki var, nedenlerini irdeliyorum. Neden böyle yapmış olabilirim? Neden şöyle yapmak varken böyle bir yol izlemişim acaba?
Hiç bir şey nedensiz değil ama seçtiğimiz yollar yanlış olabiliyor. Nedenleri var tabii... İnsanlardan etkilenebiliyoruz, sevdiklerimizden etkilenebiliyoruz yada zayıflıklarımıza yenik düşüyoruz. Maskelerimiz var maskelerimiz...
Olduğumuz gibi değiliz. Sahteyiz...
Kendimize karşı sahteyiz en başta...Kendimizi de inandırıyoruz hatta bu ilüzyona...İşte bu yüzden önce kendimize dürüst, açık, net olmalıyız. Bu da özellikle yalnız kendimizle kaldığımız saatlerde, yüreğimizi sonuna kadar açtığımız anlarda, samimi, sıcak, içten hissettiğimizde çözülebilir. Gerçek olmak, kendimizi sevmeyi de kolaylaştırır. Kendimizi sevebilirsek, başkalarını da sevebiliriz. Çoğumuz kendini sevmiyor...Sahte sevgilere yer olmamalı hayatımızda ve biz sahte olmamalıyız kendimize...
Çaba sarfediyorum, kendimi çözmek ve sevebilmek konusunda...Evet çok yol katettim ama yeterli değil...Ne zor şey kendini çözmek...Her yeni gün, yeni bir şeyler öğretiyor bana. Sanki bazen yeniden doğmuş gibiyim. Bazı anlar çok kıymetli..."İşte başarıyorum galiba" Derken... Öyle bir sendeliyorum ki...Haydi tekrar sil baştan:))
 Hayat da bu değil mi zaten. Başardım sanmalar, mutlu olmalar, tam mutlu olmuşken, bir şeylere üzülmeler...Heyecan duymalar, anlar...ANLAR...En kıymetlisi de işte o mutlu hissettiğiniz ANLAR..
Güzel anlarınızın, anılarınızın yaşlandığınızda da tebessümle hatırlandığı bir yaşamınız olsun...
Çaba gösterin, lütfen emek verin hem kendinize hem sevdiklerinize...
Güzel anlarla dolu bir hayat dilerim size...



20 Ekim 2013

"BU ŞEHİRDE HERKES BİR YERLERE GİTMİŞKEN YALNIZ OLMAK"

Herkes tatile gittiğinde ben de mutlaka bir yolunu bulur, biryerlere kaçardım. Malum YAY Burcuyum:)
Bu defa öyle olmadı, olamadı...
İnsanın kendine dönmesi, bazı şeyleri sorgulaması adına ne kadar da iyi bir şeymiş. Çocukluğuma mı gitmedim, rahmetli babam elimden tutup okula mı götürmedi, zaman içinde aldığım doğru, yanlış bazı kararlarımı mı sorgulamadım....
Bir yandan çok yorgun hissediyorum kendimi, bir yandan da hafiflemiş...
Kendime uzun zamandır vakit ayıramadığımı farkettim mesela...Koşturduğumu sürekli oradan oraya ve nereye gittiği belli olmayan bir dolu belirsizlikle nefes aldığımı...Özellikle bu kelimeyi kullandım evet nefes aldığımı...Nefes almakla yaşamak çok başka şeyler...
Nefes alıyor hepimiz çok şükür ama ne kadarımız yaşıyor derinden ve hissede hissede...
Artık biliyorum ki, hiç bir şey aynı olmayacak bende. Ben ruhumu keşfettim, incelen halkalarımı, korkularımı, sevgi açlığımı, aslında ne kadar da kırılgan olduğumu...Hatta kendimi doğru ifade edemediğimi...
Bir düşünür demiş ki"İnsan tepkileri içinde en belirgini, gerçeği reddetmektir".
Evet gerçeği reddediyoruz çoğu kez, neden mi? Hem dönüp, düşünmek istemiyoruz, hem de zor geliyor zor, irdelemek, kafa yormak...Nasıl gelmiş ise gitsin mantığı işte...Oysa gerçekler hiç de öyle değil. Biraz düşünsek ya devam etmeyiz, ya değişmeye çabalarız yada yol veririz gitsin...

İnsan kolayını seçiyor işte...Bu tatilde de zoru seçtim seçmişim farkında olmadan...Silkelenmem gerekiyormuş biraz ve kendime gelmem...Zordu...Çok zordu...Beynen yorgun, zamana ihtiyacım olduğunun bilinciyle sabırlıyım...
İnsan nereye giderse gitsin kendinden kaçamıyor bir kere. önce kendimizi sevip, barışmalıyız.
Sonra karşımızdaki özellikle insanlara salt sevgi verebilelim. Bizi sevmelerini beklemeden...
Beklentiyi bırakabilsek her konuda, bu kadar yara almaz, yıpranmayız. Daha sade, daha berrak bir yaşam her birinize...

Sevgili arkadaşım Yelda Karataş'ın facebookda paylaştığı Sevda Kuran'ın minik dizeleriyle...

                                  TUVAL

                          Biz hiç olmadık
                         O sokak lambası da
                         O ağaçların kucağındaki yol da olmadı
                         Sen bana bin kez kurban olmadın
                         Ben seni her gün yeniden doğurmadım
                         Bir keder var seninle aramızda
                         Açmadan soluyor çiçekler...

12 Mayıs 2013

TAM BİR ÇERKES KADINI...ANNEM...

Tam bir çerkes kadını...
Benim canım annem...
O kadar sevgi dolu ki; Biliyor musunuz, adı da SEVGİ...
Annem annem...
Daha uzun yıllar Ona ANNEM diyebilmek arzusuyla, tüm annelerin günü kutlu olsun...
...........................................................................................................................................
Bugün, evladını yitiren anneler, annelerini yitiren evlatlar var. Biraz buruk bir anneler günü.
Ateş düştüğü yeri yakıyor. Onları anlamak lazım. Sizler, annenizin sıcacık kucağında, bu özel günü daha da özel hale getirmek için elinizden geleni yapmaya çalışırken, diğer tarafta yas var...Olaylara empatik yaklaşmak, sizi bir adım öteye götürür...Hayat bu...Kimin başına ne geleceğini kim bilebilir ki?

22 Şubat 2013

"İNADINDAN ÖLMEK Mİ"???

"İnadımdan ölebilirim" dedi.
Öylece baka kaldım...
İnadın, ciddi bir davranış bozukluğu olduğu düşüncesindeyim çünkü.
Çok yüksek egoları içinde barındıran...
Ne için inat, kim için, neyi kazandırdığı yada kazandıracağı için??? Bir çok soru işaretini de saklıyor aslında içinde...
İnat etmek kaybettirir. Her şeyin fazlası kaybettirir. Hırs dozunda ise iyidir. İnat da aynı şekilde...
Dozu kaçan her şey zarar verir insana." İnadımdan ölebilirim". "Öl o zaman". Ne diyebilirim ki???
Sevgi gitmiş, inat kalmış....
Sadece salt inat kalmış...Yani yapacak hiç bir şey kalmamış...İnat yüzünden ölebileceğini söylüyor.
İnadına aşık olmuş sanki, aşık olduğu kişiyi çoktan unutmuş. İnat kalmış sadece... İnadına seviyor, inadına aşık...
Kim bilir, belki de inat ederek sevmeye kalkmıştır?
Onu, işte onu kimse bilemez...
"İnadımdan ölebilirim, sorunları büyütmeye devam etme, inadımdan bırakabilirim seni ve bunu hiç istemeden yapmak zorunda kalırım. Lütfen izin verme"...
Buna söylenecek hiç bir şey yoktur.
Sadece, belki şu söylenebilir;" Nerede kaldı sevgi, nerede kaldı????????????
Gerçekten seviyorsan, inadını kırarsın zaten. İnatlaşmak söz konusu bile olmaz, olamaz...Aklına bile gelmez inat...
Sakın SEVGİden bahsetmeyin bana.
Adını dahi ağzınıza almayın....


10 Şubat 2013

BENİ SONBAHAR YAPTILAR...

"Biz,
İki yaprak,
Yanyana durdukça bu ağaçta;
Sonbahar, hiç gelmeyecek
Sevgilim"...
                            M.Güvencer

Hep İlkbahar olmak isterken,
Sonbahar oldum ben... Yanımdaki yöremdeki yapraklar döküldü. Kışa hazırlanıyorum. Hiç yeşil yaprağım kalmadı yanımda...
Yeşil yapraklarımı koruyamadım. Yaz sonu oysa, o kadar emindim ki yemyeşil kalacağıma...
Rüzgardan da korkmadım, fırtınadan da...Yağmuru da hep sevdim, şimşeği de...İlk fırtınada yakınımdaki yapraklar terketti beni. Düştüler...Çığlık çığlığa bıraktılar kendilerini toprağa...
Yalnız kalmama, yalnız bırakılmama rağmen direndim. Köklerim sağlamdı. Kopmak istemiyordum dallarımdan.... İlkbahar olmak istiyordum.... Fırtınalar olurdu. Yağmurlar yağar, gök delinir, şimşekler çakar, yıldırımlar bile düşebilirdi. Seviyorsam yerimi, sonuna kadar direnmeliydim. Sevginin karşısında evren ne yapabilirdi ki? Tabiata karşı koyabilirdim. Minicik bir yapraktım aslında... Ne kadar güçlü olabilir, fırtınalara, soğuğa ne kadar karşı koyabilirdim?
O kadar güçlü hissediyordum kendimi işte...O kadar güçlü ve sarsılmaz...
Öyle güçlü bir rüzgar esti ki, neye uğradığımı şaşırdım. Öyle uzak diyarlara uçurdu ki beni... Yapayalnız kaldım. Nefes alamıyordum. Öfkeliydim. Hem çok istediğim halde tutunamamıştım, hem de sevdiklerimden ayrı düşmüştüm. Oksijenim yoktu artık. Oksijenim de yoktu, dertleşeceğim, şımarabileceğim, kızabileceğim biri de...Soğuk havalarda birbirimize sarılarak ısınmaya da çalışmayacaktık. İlkbaharda kuşlarla birlikte şarkılar da söylemeyecektik.
Her şey hayatın içinde diye düşündüm, kabullendim. Kurumaya, kurudukça minicik kalmaya devam ettim.Kurudum ve toprağa karıştım...Yapayalnız ve mutsuz.
İlkbaharda yeniden yeşerir miyim acaba?
Yine capcanlı, yemyeşil, sapasağlam gülümseyebilir miyim dünyaya?

28 Ocak 2013

KÖTÜ GÜNLER YAPAYALNIZ GEÇMİŞSE EĞER...

Kötü günlerini yapayalnız geçirmiş bir insanı, herşeyin iyi ve güzel geçeceği konusunda zor ikna edersiniz.
Güveni kalmamıştır kimseye. En zor günlerinde yok olmuştur yanındakiler. Hayal kırıklıklarıyla dolu, yapayalnız geçen uzun günler, aylar hatta yıllar geçirmiştir. Neleri sorgulamamıştır ki...Karar vermiştir güvenmeyecektir artık, hatta yüreğini sonuna kadar da açmayacaktır.
Kötü günlerinde yalnız bırakılmış birine, kendinizi anlatabilmeniz de zordur. Anladığını sandığı, sevildiğine inandığı, tam da "Evet işte tamam" dediği sırada, kandırılmıştır çünkü. Yanlışlara inana inana inanmamayı deneyimlemiştir. Artık birinin kendisini sevmesine bile izin vermeyecektir. Yine yalnızlığı seçecektir. Rahat bırakılmalı, zorlanmamalıdır. İflah olmaz bir yalnızdır O...
Marilyn Monroe'nun da dediği gibi;
"Yalnızken mutsuz olmak, biriyle mutsuz olmaktan çok daha iyidir".
Uğraşmayınız...Anlayamazsınız...Tercih etmektir, kabullenmektir. Hayatta hiç bir şeyin dört dörtlük olmadığının farkındalığıyla, olgunluğuyla, yüceliğiyle hatta...
Kötü günlerini yapayalnız geçirmiş biri, güçlenerek çıkmıştır o günlerden...Artık zarar görmez, üzülmez, kırılmaz yarı yolda bırakıldığında...Zaten inanmıyordur çünkü... Ve bilir ki, insanlar istediği şeyi elde ettikleri anda, artık onu istememeye başlar.





18 Aralık 2012

SADECE 2 SAAT İSTEMİŞTİ...




İstediği sadece bir 2 saati...Bir çoğunuza göre iki saat nedir ki, 24 saatte neler neler yaptığınızı  düşündüğünüzde, minicik bir zaman dilimi... Önemsiz bir 2 saat... 2 saatinizi nelere harcamıyordunuz... Göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir süreçti üstelik. Zamanın hızını ve nasıl da siz anlamadan geçip gittiğini biliyorsanız, farkındaysanız ve de...
Ne kadar önemliydi ki o 2 saat, o 2 saatte sizi göremeyince, elinden oyuncağı alınmış çocuk tavrına bürünmüştü. Şaşırtıcıydı...Küsmüştü...Onu anlamaya çalışıyordunuz. Her seferinde, yine anlayamadığınızı düşünüyor, Ona bu konuda, belki de hiç yetişemeyeceğinizi farkediyordunuz... Yetişemiyordunuz...
Siz, gece olup saatler 24.00'ü gösterdiğinde, yeni güne, yeni tarihe yalnız girmek istemiştiniz. Her sene böyle olmuyor muydu? Bu sene eğer gelenek bozulursa, büyünün de bozulacağına inandırmıştınız kendinizi. Aslında korkuyordunuz...Büyünün bozulması değil, daha fazla büyülenmemek içindi tüm bunlar...Tüm bu kaçışlarınız...Yabancıydı bu hissettikleriniz...Böyle şeyler yaşamamıştınız belki de hiç...Kurduğunuz düzeninizde ve yalnızlığınızda iyiydiniz çünkü...İyi değilseniz bile, iyi ve mutlu olduğunuza inandırmıştınız kendinizi...Kimseler dokunmasındı size...Mutlu olmaya korkar olmuştunuz. Yalnızlığınızı mutluluğunuz olarak gördüğünüz için, o kafesin içine kimseleri almak istemiyordunuz. Size zarar vereceklerdi. Duygularınız zedelenecekti. Başka türlüsünü beyniniz kabul etmiyordu. Nereden çıkmıştı şimdi tüm bunlar? Hiç sırası mıydı? "Kudüs" diyordu size...Kudüs kutsaldır...Kim bir kadını Kudüs'e benzetir?
2 saat sizi görmese, nefessiz bırakılmış gibi boğuluyordu. Bir yudum su verseniz, dünyalar Onun oluyordu...Kaçmak istedikçe içine alıyordu sizi...Kurtulmak istedikçe siz, O olmaya başlıyordunuz sanki...Bu nasıl bir şeydi? Anlatmaya kelimelerin yetmediği, yaşadıkça hayretler içerisinde bırakan insanı...Sevgi miydi bu, neydi? Aslında bir adı olmak zorunda mıydı?Adı yoktu işte...Hiç bir ezbere uymuyordu çünkü... Yoğundu, derindi...Sizin sıcaklığınıza temas ediyordu, sizden de sıcak olarak üstelik... Yanıyordu sanki, alev alev... Ona yetişebilmeniz mümkün değildi.Korkuyordunuz aslında. Sadece yakın durmayı denemeliydiniz, sabırlı olmalıydınız Onu tanırken...Tadını çıkarmalıydınız...Her anı bir olaydı çünkü. Normal olmadığı kesindi. O zekaya ve akla normal olması da beklenemezdi:) İstemişse olmalıydı, oldururdu...Ne olursa olsun...Bedeli ne olursa olsun...Mutlaka oldururdu...
Sadece bir 2 saat istemişti sizden...Çok gördünüz...Biraz anlamaya çalışmalıydınız Onu, sakin ve yakın...



30 Kasım 2012

KİMSELERE BENZEMİYOR...



Hiç kimseye benzemiyordu... Duruşu, zorlu geçen yaşantısı, yıpranmışlıkları... Hayata daha bir farklı bakmasına neden olmuştu sanki... Büyütmüştü Onu adeta. Zamansız ve çabucak... Büyümeye mecbur kalmıştı belki de...Fakat öyle güzel büyütmüştü ki hayat onu...Çevresindeki herkesten ayrılıyordu. Böyle bir duruş yoktu. İsteseniz, hayata karşı böyle dik, böyle kararlı duramazdınız bu yaşta...Derinliği de buradan geliyordu zaten...
İnsan ne kadar acılar yaşar, sıkıntılı günler geçirirse o kadar hayatı anlıyor ve sağlamlaşıyordu. Bunun net örneğiydi.
Anlıyordu tabii, her şeyin farkındaydı. Farklılığının da farkındaydı...İnatçıydı sadece. Elde etmesi için istemesi yeterliydi. Hiç alışık değildi kaybetmeye. Bir şekilde hep kazanmıştı. Zekasıyla, kıvraklığıyla, uyumluluğuyla, sevgi dolu kişiliğiyle... Sanki yüzünde yılların yaşanmışlığı vardı...Bu durum aynı zamanda çok da güvenilir kılıyordu Onu... Sanki," Neler gördü, neler yaşadı bu adam"??? Der gibiydi... Evet farklıydı... Bir çok kişiden, hatta hepsinden...
Emek vermeye, mücadele etmeye hazırdı sanki. Kabına sığamayan, frenlenemeyen bir enerjiydi...
Size, sizin bile unuttuğunuz renklerinizi, yeniden hatırlatabilirdi.
Hayretler içerisinde kalabilirdiniz. Unuttuğunuz yada kimselerin size söylemediği, keşfedemediği bir çok detayınızı onun sayesinde ya yeniden hatırlar yada keşfederdiniz.
Kimsenin kimseye, ruhunu, kalbini besleyecek iki çift söz bile etmediği dünyamızda, ruhunuzu yücelten, sizi baştacı eden, özel olduğunuzu hissettiren, hücrelerinizi sevgiyle dolduran, şaşırtan, sürekli şaşırtan...Kimselere benzemeyen biriydi O........



23 Ekim 2012

BAYRAM SABAHLARINDA BABAM...

Bayram sabahları...Çocukluğumun o güzelim bayram sabahları...
Erkenden kalkmak isterdim.Babamın bayram namazına gidişini ve dönüşünü görmek isterdim. Beklerdim Onu...
Namazını kılar, gelir ve ilk onun elini öpen ben olmak isterdim...Çok hoşuna giderdi...Her zaman olduğu gibi bunu pek belli etmez, minik bir gülümseme belirir yüzünde ve saçlarımı okşardı...
Hep çekingen, hep çok efendi, hep bir mahçup...
Aile yavaş yavaş kalkar, annem çoktan kahvaltıyı hazırlamıştır...Hep beraber kahvaltı yapılır ve sonra, babam bize ufak bir işaret yapar ve üç çocuk, babamın peşinde anneme iyi bayramlar kutlaması yapardık. Annem de her zamanki gibi, babamın şaka ve takılmalarına sinirlenir, oflar, poflar ama içten içe de keyiflenirdi. Babam hep şakalar yaptı, annem hep kaçtı, "yapma" dedi.
Ne güzel günlerdi...En güzel kıyafetler giyilir. Babam, diğer bayramlarda olduğu gibi, o bayramda da bizim yüzümüzü güldürdüğü için mutlu...Önünde bayram ziyaretine gidecekleri listesiyle, annemin peşinde dört dönerdi. Annem de hep, "Bu bayram lütfen tüm listeye gitmeyelim, biraz da onlar gelsin" gibi gibi, kaçmak ve gitmemek için bir dolu bahane yaratırdı. Babam buna çok takılır, üzülür hatta, ufak çaplı tartışırlardı bile:)
Sonuçta aile, akraba, komşu ziyaretlerine mutlaka giderlerdi. Şimdi...Bu bayram...Ben yine annemle, kardeşlerimle bir bayram kutlayacağım. Babamsız bir bayram... Eksik bir bayram...Onun listeleri, takılmaları, bayram namazı, pırıl pırıl gülen gözleri olmayan, hayatın gerçeklerini net hatırlatan bir bayram...Bazı kayıplar insana çok ağır gelebiliyor..."Yaşarken kıymet bilmek" diye bir gerçek daha var ki, işte bunu hiç ertelemememiz gerekiyor...Herkese güzel bayramlar...

13 Ekim 2012

YALNIZLIĞI TERCİH EDEN BENİM...

Evet yalnızlığı ben tercih ettim. Niye mi?
Çok basit...Evet çok basit ama bir o kadar da derin aslında...
Güvendikçe yara aldım...Güvenmemeyi öğrendim.
Sevdikçe daha yalnız kaldım...
Ne kadar uzak kalırsam, o kadar huzurlu ve yaratıcı oldum ve kendimle barışık...
Ne kadar sevgi dolu, ışıl ışıl yaklaşmışsam, o kadar şaşırttı hayat beni...Ve insanlar...
İnsanların, sevginin anlamını, değerini bilmediğine karar verdim.
Zorlama ve sahte ilişkilere şahit oldum...
Yalana şahit oldum ilişkilerin her çeşidinde...
Sevdiklerini zannedenlerin, sevginin yakınından, kıyısından geçemediğini gördüm.
Onlara sorsanız seviyorlardı, hem de deliler gibi...
Sevgi bu değildi gördüm.
En ufak problemde uzaklaşılan sevgilerdi, yüzeysel ve emek verilmeyen...
Paylaşılmayan saatler, günler, yıllar gördüm...
Sahteleşen ruhlar acıttı canımı hep...Planlı sevgileri reddettim her koşulda...
Neden, nasıl, ama nasıl olur? larıma cevap bulamadım sustum...
Sustukça, kabuğuma çekildim.
Kabuğuma sığamadığımda, sessizce yutkundum, sakinleştirdim coşan ruhumu...
Dokunmayı özlediğimde, yada dokunulmayı...
Ruhuma dokundum, yaralarını sardım...
Yalnızlığı tercih ettikçe, yalnızlık da beni sevdi.
Hiç kimse, yalnızlık kadar sevmedi belki de...En büyük gerçekti yalnızlık...
Biz çok iyiyiz onunla...Uzun zamandır olmadığım kadar...
Sıcacık sarar yalnızlık...Anlar...Hızlı yargılamalara girmez.Büyütür, derinleştirir.
Destek olur her anına ve güven verir...
Seni daha çok okumaya, daha çok yazmaya ve daha çok keşfetmeye iter. Aynadır ayna!!!
Dünyayı sanki yeniden ve sil baştan keşfedersin.
Evet paylaşamadan başkalarıyla ve yalnız...
Zaman zaman iç geçiriyorum ben de... "Keşke" Diyorum......
Sonra, keşkeleri sevmediğimi hatırlayıp, yoluma devam ediyorum.....
Son derece keyifli, kendinden emin ve gülümseyerek...
Bu hep böyle gitmeyecek biliyorum ama ben yeniden doğmuş, olgunlaşmış, kendini keşfetmiş ve bakış açılarımı gözden geçirmiş.... Tam karşınızda....
O zaman zaten, öyle sağlam dururum ki hayatın karşısında...
Fırtınalar kopsa, dünya yıkılsa anlarım. Kabul ederim...Nedeni vardır her şeyin...
"Zaman bu zamandır"...Der, sıkı sıkı tutarım güvenle uzanan elleri...Bırakmam, bırakamam...







11 Ekim 2012

KAPILAR İŞTE BÖYLE KAPANIYOR...

Kapılarımızı nasıl bu kadar sıkı sıkı kapadık hatırlıyor muyuz?
 Farkında olarak da olmaz ki bu tür durumlar...Tek bir olayla da olmaz...
Birikmiş işte...
Çok zor...Aralayamıyoruz bile...
Aralamaya çalışanı da itiyoruz.
Sonra çok mutsuz oluyoruz...Mutsuzuz da...
Neden kimseler giremiyor hayatımıza?
Neden asla?
Neden istesek de olmaz?
Bu kadar mı yaralı ruhumuz?
Bu kadar mı üzmüşler yada üzülmüşüz?
Üzmelerine de üzülmeye de biz izin vermiyor muyuz aslında?
Üzmüşler çünkü biz ses çıkarmamışız...
Üzmüşler çünkü bizi üzecek potansiyelde insanlarmış.
Peki onları da biz seçmemiş miyiz?
Biz seçmişiz...Onlar bize yaklaşmışsa bile, biz de karşılık vererek yol vermemiş miyiz onlara?...
Şimdi ne olacak peki?
Tamam canımız yandı...
Tamam çok acı ödendi bazı bedeller...
Tamam hak görüyoruz  mutlu olmayı kendimizde.
Tamam yalnız da mutlu olabileceğimizi savunuyoruz sürekli...
Gerçekten inanıyor muyuz acaba?
Kendi söylediğimize biz inanıyor muyuz?
İnanmıyoruz...
Sahte inanışlar bunlar...
Sahte mutluluklar...
Yalnızlığı hiç de sevmiyoruz öyle değil mi?
Hatta fazlasıyla da paylaşmayı seviyoruz...
Peki ama kime güvenip kapılarımızı açacağız?
Kim bize sevgiyi, sevilmeyi, dokunmanın güzelliğini, birini özlemeyi, kucaklamanın keyfini, beraber gülebilmeyi, beraber ağlayabilmeyi vs.yeniden hatırlatacak?
Kimin omzuna güvenle başımızı koyabileceğiz?
Güveni çok kolay yitiriyoruz ama yeniden kazanmak hiç de kolay olmuyor.
Çağın hastalığı yalnızlık...
Herkes yalnız...
Herkes mutsuz...
Herkes sahte...
Çevrenizdeki insanların yüzde kaçı net, açık, güvenilir,paylaşımcı ve sevgi dolu?
Çok olamaz...Bu yüzyıl insanı net değil, içten hiç değil...Sevgiyi bilmiyor ve bilmediği şeyi de gösteremiyor.
İki günlük beraberlikleri sevgiyle karıştırıyor. Sexi sevgiyle, aşkla karıştırıyor...
Yaşadığını sevgi sanıyor...
Kim kimle belli değil. Mekanik bir hayat sürüp gidiyor...
Bugün tanışıp, gecesinde birlikte olup, sevgiyi yakaladığını sananlar dolu etrafta...
Nasıl bir yanılgıdır?
Nasıl bir mutluluk oyunu oynanıyor?
Ruhlarından, vücutlarından, duygularından bu denli uzaklaşarak, nasıl mutluyuz yanılgısıyla yaşayabiliyorlar?
Nasıl, nasıl, nasıl......????
Kendinize dürüst olun lütfen...
Dürüst olun..........




7 Ekim 2012

ESKİ FOTOĞRAFLAR VE SONBAHAR...



Sonbaharı hem çok severim hem de hüzünlü bulurum hep...
Bu sonbahar gününde de, eski fotoğraflara bakmak istedim.
Eski albümler yani...
Şimdi artık ne fotoğraf albümleri var ne de oturup fotoğraf bastırmak...Onlara dönüp dönüp bakmak vs...
İnanılmaz etkileyiciydi...İnsan, bugünlere geliyor ama, eski fotoğraflara bakarken, ne kadar çok yılı geride bıraktığını daha bir farkediyor.
(bu 3 fotoğrafım, eskiler...Çok eskiler...Özellikle seçerken sonbahara uyan, içinde hüzün barındıran 3 adedini seçtim)
Her birinde ayrı bir hikaye, ayrı bir yaşanmışlık...Her birinin anlamı, o yıla, o güne, o dakikaya göre anlamlı ve gerçek...
O fotoğraflar çekilirken neler hissettiğimi hatırlamaya çalışıyorum.
Neler beni mutlu ediyordu ve nelere üzülüyordum çok???...
Şu yaşımda ve hayatın bana gösterdiği iyi kötü anılarımla, biliyorum ki o kız henüz o fotoğraflar çekilirken, başına neler geleceğini bilmiyordu...(Doğal olarak)... Fotoğrafların içine girmek istiyorum sanki ve onu uyarmak...Tabii ki biliyorum bunun mümkün olmadığını ama diyorum ki bu düşüncem gerçek olsa, neler değişirdi kimbilir neler?...Her yaş, her dönem yaşandığı yaşta ve anda güzel. Bazı duygularımı hatırlıyorum da, ne kadar minicik şeylere üzülüp, kendimi yıpratıyordum. Şimdi de üzülüyorum, seviniyorum, mutlu oluyorum ama o dönemdeki anlamlarla, şimdiki anlamlar aynı değil. Çakışmıyor...Çakışmamalı da zaten. Gelişmeliyiz, geliştirmeliyiz  kendimizi...Bir yandan, zaten hayat öyle bir değiştiriyor ve geliştiriyor ki insanı...Hiç bir şey yapmasanız da, geçmişteki kararlarınıza, üzüntülerinize, tepkilerinize, bugün belki güler, belki küçümser, belki de hayranlıkla takdir ederek yüzünüzde güzel bir tebessümle anarsınız. Eğer kendinizi geliştirmeye, yeni fikirlere, yeni insanlar tanımaya, kendinizi keşfetmeye özellikle meraklıysanız, keyifli bir olgunluk dönemi sizi bekliyor demektir. Tadını çıkarın...Eski sevgililerinizi hatırlayın...Yaşadığınız her yeni ilişkinin, tanıdığınız her yeni insanın sizi ne kadar da geliştirdiğini, size ne çok güzellikler kattığını da bilerek...Hepsine teşekkür edin...Sizi önemsemişler, sevmişler, iyi kötü bir çok anıya, sizinle birlikte şahitlik etmişler...Hala, hele de hala birlikteyseniz yıllardır ve aranızdaki sevgiyi korumuşsanız, çok şanslısınız...Birlikte yaşlanabileceğiniz biri var yanınızda...Her şeye rağmen, tüm yaşadığınız olumsuzluklara, bıkkınlıklara, sorgulamalara rağmen yanınızda olmuş. Siz de onun...
Her şeyin çok kolay harcandığı, tüketildiği günümüzde, eski fotoğraflarıma baktığımda keşkelerimin çok olmamasından dolayı mutluyum. Genelde sevildim evet, çok sevildim hem de...Seviliyorum da...Şimdi ki olgunluğumla, beni sevenlere daha hassas ve daha özel, daha sevginin anlamının bilinciyle yumuşacık yaklaşıyorum. İnsan herkesi sevemiyor biliyorum. Çevremdeki insanlar beni seviyorlarsa, demek ki özel bir şeyler yakalıyorlar ki seviyorlar...Bu, hepimiz için de böyle değil mi??
Özel bulduğunuz her şeyin değerini bilin...hele de bu yaşlarda, bu olgunlukla...
Yarın çok geç olabilir...Sonbaharı doya doya hissedin. Kuru, dökülmüş yapraklara basa basa yürüyüşler yapmadan,sakın diğer mevsime geçmeyin...Eski fotoğraflarınızı karıştırın, inanılmaz bir zaman tünelinden çıkmış gibi hissediyorum şu anda kendimi...Kaybettiklerim, kazandıklarım, iniş ve çıkışlarımla, hayatım kocaman bir tablo gibi serildi önüme...Bana da her detayı tekrar keşfetmek kaldı...Bu olgunluğumla ve sonbahar hüznüyle.......
    

27 Eylül 2012

BİR FİLMİN GÜZEL BİR KARESİ GİBİ...

Evet bir filmin güzel bir karesi gibi...Hiç böyle hissettiğiniz anlarınız oldu mu? Olmuş ise, o duygunun nasıl bir duygu olduğunu, içinizden nasıl da o kareden çıkmamak için çırpındığınızı hatırlarsınız. Bitmesin istersiniz o an, o dakikalar... Geriye alamayız ya hani zamanı....Yaşadığınız, paylaştığınız şey de ne kadar kıymetli ve özelse, o kadar da zamanı geri alamadığınıza üzülürsünüz. Hani, her zaman yaşadığımız anın güzelliğini farkedemeyiz ya, işte bir filmin güzel karesi içinde  kendini bulanlar da anını hisseden, o anın değerini, güzelliğini görebilen insanlardır.
Siz güzel bir filmin, güzel bir karesinde, o kareye dahil oldunuz mu hiç? Benim başıma geldi ve o kareden hiç çıkmak istemedim. İnanılmaz büyülüydü. Sanki, örn. Fas gibi egzotik bir yerde, romantik müzikler eşliğinde, yıldızlara çok yakın...Hiç bitmesin istediğim dakikalardı. Kendimi hiç olmadığı kadar özel, güzel ve farklı hissettiğim...Çok az yakalanabilecek dakikalardı.  Yıllar önceydi ama bugün gibi hatırlıyorum. Sanırım 80 yaşıma da gelsem unutmayacağım. Hayatımızın koşturmacasında, iş yaşamı, ayakta kalma mücadelesi vs. derken...Kaç kez böyle bir karede kendimize yer ayırabiliyoruz yada kaç kişi bize bu kadar özel dakikaları yaşatabiliyor?
Hayatınızda böyle kareler yaşayabildiğiniz biri varsa, sakın onu bırakmayın. Sıkı sıkı sarılın ona...Bir kadına, bir film karesindeymiş gibi hoş duygular yaşatabilen bir erkeğin, neler neler yapabileceğini de siz tahmin edin...Bunu yaşayabilen kadınlar çok şanslılar.
 Birine, kendini özel hissettirmek kadar güzel bir duygu olamaz.
 Haydi!!! Yanınızda, yakınınızda,özel şeyler hissettiğiniz, çok hoşlandığınız, o mutlu olduğunda, daha da mutlu olduğunuz kim varsa,,,Bir şeyler yapın, bir şeyler işte....Minicik de olsa...Bir mesaj, güzel bir söz yada ...Yada bir şey işte...Emin olun siz daha da mutlu olacaksınız....Güvenin bana....

24 Eylül 2012

AJANSİMİZ BUGUN 20. YİLİNİ DOLDURUYOR:))

1992 Eylul 21... 2012 Eylul 21...20 yil doluyor bugun iste... Hala inanamiyorum. Hani zengin, varlikli bir aileden de gelmiyorum ya, belki de bu yuzden hala inanamiyorum. Her seye sifirdan baslamanin karsiligiyim herhalde... Simdiki olgunlugum ve mantigimla, boyle bir ise baslar miydim??? Cok da emin degilim. Cesaret edemezdim sanirim.Ama iyi ki yapmisim.İyi ki siz de ilk gunden beri desteginizi eksik etmemissiniz, guvenmissiniz. Yillar cok hizli geciyor...Daha dun gibi, minicik bir kiz cocuguydum sanki...Nasil da heyecanla, neredeyse havalara ucarak boyle bir baslangica imza atmistim:)). Gerci cok da bir sey degismedi bence...Hala kiz cocugu olmaya devam ediyorum. Evet yuzumdeki kirisiklarin da farkindayim. Dunyaya o yillardaki gibi bakmadigimin da... Dunya da cok hizli degismedi mi??? İyiye gitmedigi kesin ama cok degisti.Ben yine de, her seye ragmen, direniyorum icimdeki cocugu buyutmeye ve onu sevmeye...En dogru kararlarimda bile etkisi buyuk onun...Empati kurmadan hic bir iste basari elde edilemeyecegine inananlardanim.Ekip arkadaslarimda da, ajanslarla da, oyuncularim ve dublaj sanatcilarimla da...Ne kadar empati, o kadar sagduyu ve onem bence...Bir insana onem verdiginizi en guzel, onunla ne kadar empati kurdugunuzu oranlarsaniz anlardiniz. Emin olun onlar da anlar. Gecmiste birlikte yol aldigimiz ama bir sekilde yollarimizi ayirmak zorunda kaldigimiz ekip arkadaslarimiz var.Hala sonsuz sevgi ve saygiyla animsadigimiz arkadaslarimiz onlar... Gul İstiranca, Berrak Araz, Filiz Palanduz, Yakup Anayurt, Turkan Turgut ve daha bir cok deger...Emekleri buyuk ve haklarini ne yaparsak yapalim odeyemeyiz..Her birinize sonsuz tesekkurler... Simdiki ekip arkadaslarim, sizlerle de yeni, guzel projelere, hep birlikte imza atiyoruz, atacagiz da....İyi ki varsiniz... Funda, Neslihan, Melek, Polat, Oguzhan...Guzel enerjilerinizle, bana tekrar huzurlu saatler yasattiginiz icin cok tesekkur ederim. Ajanslari yazmaya kalkarsam sayfalar yetmez. Bu gunleri, 20 seneleri gormussek, sizlerin sayesinde...Tesekkurler....
Hep birlikte daha nice 20 senelere...Guvenle ve sevgiyle...


15 Eylül 2012

BİRİNE ALIŞMAK KEYİF VERİYORSA GÜZEL...

Alışmak kadar, sana alışıldığını hissetmek de uzaklaşmanı engelliyor. Birine alışmak, sevginin ötesine geçiyor çoğu zaman... Alışıp bitiremiyoruz... Bitmesi gerek biliyoruz ama uzaklaşamıyoruz... Neden??? Alışmışız bir kere...Birlikte paylaştığımız bir çok şeye alışmışız. Birlikte var olmaya alışmışız. Sanki O giderse, artık yapamayacakmışız gibi... Tabii ki yapabiliriz, yapmışızdır da ama, zor işte zor...Alışmak çok zor...İnsan alıştığı, varlığını benimsediği, hatta neredeyse onunla bir bütün olduğunu zannettiği kişiye, sevgi duymayabiliyor belki de ama kopamıyor da...
Bir çok birliktelik, alışkanlıklardan vazgeçmek zor geldiği için, devam ediyor. Sevgiyi bırakın, saygının da çok ciddi yaralar aldığı ilişkiler, alışkanlıklardan vazgeçilemediği için, maskelerle, sahtelikle,sancılarla sürüyor. Hiç bir taraf mutlu değil aslında...Veeee hayat geçiyor...Onlar, korkaklıklarının, ürkek ve cesaretsiz olmalarının faturalarını çok ağır ödüyorlar, ödeyecekler...Hayatları film gibi gözlerinin önünden geçmeye başladığında, her şey için çok geç olduğunu görecek ve bu travmayı yaşayacaklar...
 Yaşanılan ilişkide her şey çok iyi, keyifli, sevgi dolu vs. ise, zaten alışmış olmak, olmamak pek bir şey ifade etmez. Güzel gidiyordur zaten... Konu, ilişki iyi gitmemesine rağmen, sırf alışkanlıklar bırakılamadığı için, çoktan bitirilmesi gereken bir ilişkiye sözde devam etmektir. Bu, kişinin kendine yapacağı en büyük kötülüktür, hatta karşısındaki insana da...
 İnsan, evet zorlanır. Kolay değildir vazgeçmek ama yeni hayatına da alışır insan. Her yeni süreç, başta ürkütücüdür. Zaman ilerledikçe, belki de, çoktan alınması gereken bir karar olduğu görülür. Genellikle böyledir tabii...Tersi de olamaz mı? Olabilir. Kişi asla ve asla, yeni hayatına adapte olamaz. Kavgalarını, kötü anılarını bile özler olur...Zamanın büyüsüne de inanamaz ve geri dönebilir. O zaman ne olur biliyor musunuz? Kocaman bir kayıp...Hayat kaybı...Çünkü karşınızda geri döndüğünüz kişi, aynı kişidir. Siz, aynı siz...Ne değişti? Hiç bir şey...Mutsuzluğa devam...
 Ben kendi adıma, mutsuz olduğum hiç bir ilişkimi, mutsuz ola ola devam ettirmedim. Bir gün de pişman olmadım. Evet yalnızım ama keyifliyim. Ufak ufak birine alışma duygusunu özlemiyor muyum? Sanırım özlüyorum. Güzel giden bir ilişkide, birine alışmak, alışma duygusu çok keyifli...Hele bir kadın için bu, tarif edilemez güzellikte...Kadınsınız, hayatınızda biri var ve ona yavaş yavaş alışıp, bağlanıyorsunuz...Çok güzel bir duygu bu....
Anlayabileceğimiz... Bizi de anlayabilen... Anlamaya ve tanımaya çalışan... Keyifle dinleyen... Önem veren ve önemsediğini de belli eden... Zayıflıklarımıza da sahip çıkabilen... Sevgi dolu insanlar istemiyor muyuz hepimiz...Kimsenin fazla bir beklentisi yok... O zaman...İşte o zaman...Keyifle alışabilirsiniz karşınızdakine...Sıkı sıkı alışın hatta...:) Harika bir duygu...

10 Eylül 2012

ÖZÜR DİLERİM....

Özür dilemek bu kadar zor olmamalı. Hepimiz hatalar yapmıyor muyuz? Hangimiz mükemmel yada mükemmele yakınız? Böyle bir şey yok. Hatalar yaptık ve yine yapacağız. Sorgulamayacak mıyız? Tabii ki...Mümkünse tekrarlamama sözü vermeyecek miyiz kendimize? Her zaman...Ne değişecek? Hiç bir şey...Hata yapmayı bu kadar benimsemişsek, hatalarımızın farkına varmayı ve özür dileyebilmeyi de aynen benimsemeliyiz. Özür dilediğimizde, "Ama içten ve duyarak"...
Ne egolarımız zedelenir, ne de bir şeylerimiz eksilir. Özür dileyebiliyorsak, özür dilediğimiz kişiye kıymet veriyoruzdur. kendimizden daha çok benimsediğimiz, önemsediğimiz biridir O...
Özür dilemek, sizi küçük düşürmez, yüceltir tam tersi. Özgüveninizi yerine getirir. Ne kadar duyarlı olduğunuzu gösterir. Hayata karşı bir duruş sergileyemeyen insanlar, özür de dileyemezler. Onlar zaten hiç bir kalıba sığamayan, hiç bir ortama uyamayan, zavallı insanlardır.
Evet kırılmış bir kalp, ne yaparsanız yapın onarılamaz ama yine de özür dileyebilen insanların şansı vardır, bir şeyleri tekrar düzeltebilme konusunda....
Ben kendi adıma, son yıllarda, hatalarımı gördüğüm her olayda, çok daha cesurca özür diliyorum. Özür dilerken, bir daha aynı noktaya gelmeme konusunda kendimi eğitmeye çalışıyorum. Araştırıyorum, kendime yatırım yapıyorum, paylaşıyorum, o noktalara nasıl geldiğimi, nedenleri, gelişmeleri, sonuçları inceliyorum. Artık, evet artık biliyorum ki, insanlar, hele de önem verdiğim insanlar, benim tarafımdan incitilmemeli. Ben de gerginliklerime, sıkıntılarıma, patlama limitlerime bir çekidüzen vermeliyim. İnsan zor kazanılıyor. Kaybetmek çok kolay. Her güzel şeyin zor elde edildiği gibi...Korumak lazım dostlukları, size kıymet veren, önemseyen insanları...Az bulunuyor, hatta çok nadir...
 Dostum diyebileceğiniz kaç arkadaşınız var? 3-5 en fazla...Hayat çok kısa...Kimse kimseyi kırmasın mümkünse...Saygı göstersin her şeyden önce ve kollasın...Ailemizi, evet biz seçemiyoruz ama diyalogda olduğumuz, bir çok saatimizi birlikte geçirdiğimiz dostlarımızı, arkadaşlarımızı biz seçiyoruz. Hem seçip hem kırmayalım... Diyelim ki kırdık, affettirmek için, mümkün olan her şeyi yapalım. Kırılmaması için de özel dikkat edelim. Hatalarımız da bizi olgunlaştırıyor. Dersler çıkarabiliyorsak hatalarımızdan, zaten özür de dileyebiliyoruzdur...
Sevgiyle...Kırmamaya çalışarak, önem vererek, saygıyla geçsin günleriniz... 

18 Ağustos 2012

KİMSEYE AİT OLAMAYAN KUŞ KADINLAR...



Tepeden aşağı bisikletle hızla inen güzel kadının ardından ona aşık olan genç adam bağırmaktadır:"Iris, yavaşla! Dur! Sana yetişemiyorum!!"
"Yavaşlayamam. Sen bana yakın durmaya çalış. Bir şey olmaz!"
İngiliz yazar Iris Murdoch'un hayatını anlatan
"Iris" filminde üç
kez
aynı
sahne tekrarlanıyor. Adam, kadının hızına
yetişemiyor ömür boyu, ama
ona
"yakın durmayı" başarıyor. Peki hakikaten bir şey
olmuyor mu? Ne
oluyor
ya
da?

*** Bazı kadınlar, yakalanamaz, durdurulamaz ve
kimseye ait
olamazlar.
Onlar zaten kendilerine bile ait değildir de, o
karmaşık bir mesele.
O kadınlara
yalnızca yakın durulabilir, yakalayıp durdurursan,
kendine ait
kılarsan...
Ölüverirler.

Çünkü onlar kuş gibidirler. Böyle
uçucu kadınlar,
tepeden
aşağıya inen bir bisiklet gibi, fren yaptıklarında
düşeceklerini
pekiyi
bilirler. O yüzden belki de hayat boyu kendilerini
en sevdiklerinden
bile
korumak mecburiyetindedirler.
Kendilerini durdurup,
öldürüverecek şeylere
karşı dikkatli olmaları gerektiğini -her nasılsa-
bilirler. Onlar,
insanı
ancak frensiz bir seyahate davet edebilirler. Zira
fren yaparlarsa
artık
onlar, o kadınlar değildir. Bozulmuş bir oyuncak
gibi
kymetsizdir...
Kanatlarının altına rüzgârı aldığında uçabilen
kuşlar gibi,
rüzgârsız
kaldığında bir lokma ete dönüşen kadınlar... Veeee
adamlar,
genellikle,
kadınları eğitilebilecek kuşlar sanırlar.
Bilir misiniz? Eğiticiler, eve
dönsünler, uzaklara uçmasınlar diye, önce kuşların
kanatlarını biraz
kırarlar... Ama kimi kuşlar ve kadınlar, gökyüzü
kadar
uçmayacaklarsa
ölüvermeyi
tercih ederler...

*** Yıllar geçer. Iris Murdoch
bütün o şahane
kitapları
yazar, bütün o şahane konuşmaları yapar. Zekâsıyla
etrafı büyüleyip
dururken, tutulamayacak bir kuş gibi oradan oraya
uçuşurken, birden
amansız
bir illete tutulur.

Alzheimer hastalığı ışıklı sözcüklerini hızla
elinden çekip
almaktadır.
Gökyüzünü ateşe veren, alev rengi kanat tüylerini
bir bir söker
gibi...
Ona
"yakın durmak için" onca çaba harcayan adam,
yatakta, yanında duran,
artık
tam da
en başından beri istediği gibi, "yavaşlayıp durmuş"
bu düşkün kuşu
artık
istememektedir.

Neden?

 - Iris! İlk kez bana aitsin!
ilk kez
benimsin! Ve
ben seni istemiyorum!

*** Bilir misiniz?
Manolyalar, o kocaman beyaz
çiçekler, dokunuldukları anda küserler. Birden,
kahverengi çürürler.

Kuş kadınlar, manolyalar 
gibidirler. Kimi kadınlar hareketinin önüne
geçilmeden, "yakın
durarak"
izlenmek, sevilmek mecburiyetindedirler. Bu bir
seçim değildir,
sevilen
renklerini korumak için bunu yapmaları gerektiğini
her nasılsa
bilirler.
Kollarından tutulduklarında amansız bir illete
yakalanacaklarını
bilirler.
Uçusup, renklerini dağıtıp, çırpınıp hayat içinde,
sonra sessizce
gidecekler.

Durmak büyüyü bitirir, bunu bildikleri için onları
sevmiş olan
adamlar
onlara güvenmelidirler. Tepeden aşağı inen
bir bisiklet gibi, fren yapmadan 
gitmeyi bir an önce ögrenmelidirler. Fren yaparsa, o
kadının artık o
kadın
olmayacağını... Kuş kadınlar, uçamadıklarında
kıymetsiz bir av etine
dönüşeceklerini pek iyi bilirler.
 .............................................................................................................................................................
 Yıllar önce benden hoşlanan, çok da değer verdiğim "biri", bu yazıyı göndermişti bana...
Beni, aynı Iris'e benzettiğini söyleyerek okumamı istemişti.
Çok düşündürmüştü beni o zamanlar...Belki de kendimi ben bile çok iyi tanımadığım, aldığım bazı kararların nereye ulaştığının, kimleri kırdığının bilinçsizliğinde olduğum yıllardı...
Yıllar içinde, Onun çok haklı olduğunu gördüm. Daha doğrusu haklı çıktığını...
Biz hiç bir zaman bir arada olamadık onunla ama bana çok şey öğretmiştir kendimle ilgili. Kendimi tanımamda ışık olmuştur.
Çok doğru, böyle insanlar var...Tam anlamıyla elde edilemeyen, hızına yetişilemeyen, fren yapmaktan hiç hoşlanmayan, özgürce, sınırsızca uçabildiğinde de bir o kadar mutlu olan ve bu yüzden de ona fazla  yaklaşılamayan....Kuş kadınlar...Çok eğlenceli ve renkliler aslında. Yeter ki istemedikleri frenleri yapmak zorunda kalmasınlar...:))





12 Ağustos 2012

GERİ GELSE DEDİĞİMİZ ANLAR,ANILAR...


 Geri gelse dediğimiz anlar...Yeniden yaşama olanağı bulsaydık da, o tadı yine hissedebilseydik tüm hücrelerimizde, yüreğimizde diyebileceğimiz...O kadar özel anlar yani...
Her birimizin ne çok güzel anları, anıları vardır geçmişe bıraktıkları.."Eğer geçmişi fazla bir özlemle anıyor ve hatta neredeyse geçmişle yaşıyorsak, ya gelecekle ilgili hiç bir hedefimiz kalmamıştır yada bugün, yarınımızı düşünemeyecek kadar mutsuzuzdur. Bulunduğu konumdan keyif almayan insanlar, geçmişte yaşadıkları en ufacık keyifli anı bile büyük bir olaymış gibi hatırlarlar. Neredeyse o anlarla yaşarlar hatta... Güzel anları hatırlamak keyiflidir arasıra ve belki de yeri geldiğinde, minicik bir detayın o güne, o ana götürmesi bizi... Bu bir şarkı olabilir. Bir film, bir mekan, bir koku belki de..."Keşke böyle olmasaydı" demediğimiz sürece, geçmişimiz güzeldir, özeldir. Yaşananlar, yaşandığı anda, bizim için doğrudur ve eminizdir doğru yaptığımıza...Taaa ki yıllar geçip, geçmişe baktığımızda, "Nasıl olmuş da böyle davranmışız"? "O zaman neden böyle düşünmüşüz"? diyebileceğimiz bir çok detayla karşılaşana kadar...
 Bazen yanlış olduğunu bile bile almışızdır bazı kararlarımızı. Daha cesaretliydik sanki, önceden.
Hayat daha kolaydı. kararlar daha kolay alınabiliyordu. Kaybedeceksek kaybederdik ne olacaktı ki? En fazla yeniden, başka bir şeye fokuslanırdık. Önümüzde uzun yıllarımız vardı. Üstelik her yanlış, bizi biraz daha düşünmeye, biraz daha olgunlaştırmaya itmiyor muydu?
 Hayatı tanıyorduk. hayatı keşfederken yanlışlar yapıyor, bir sonraki karşılaştığımız benzer olayda, aynı yanlışı yapmamaya özen gösteriyorduk.
Cesaretliydik...Cesaretli olmasak belki de bugün geldiğimiz noktalara gelemezdik hiç bir şekilde.
"Anlarımız" Bizde izler bırakan, bugün, bizi biz yapan "Anlarımız"
Çocukken, akşamları biraz daha oyun oynayalım diye uydurduğumuz beyaz yalanlarımız gibi.
Ailemizden ayrılıp, üniversiteye başladığımızda ilk kez yaşadığımız, ilk kez hissettiğimiz özlem duygusu, onları aslında ne kadar da çok sevdiğimizi farketme anları...Onların bizi meğer ne çok sevdiklerini farketmemiz yada...Ayaklarımızın üzerinde durmaya başladığımız dönemlerde de, ailemizin gururla bizden bahsedişleri...Geri gelse dediğimiz anlar....
"Geri gelse, yine aynı kararları alır, yine aynı şekilde hareket ederdim" dediğimiz özel anlarımız, özel kararlarımız...
Sevgiyi keşfettiğimiz, sevildiğimizi hissettiğimiz o güzelim anlar...
Çok sevilmişizdir değil mi ve sevgi doluyuz aslında sırılsıklam...Farkındaysak ne mutlu:))
Bugünlerde ve bu yaşlarda da neyi farkediyoruz biliyor musunuz?
"Sevgi" hiç değişmiyor...Yüzyıllar geçse de sevgi yine sevgi...Belki geçmişe göre belli edilme şekli, hissettirme biçimi deforme olabilir ama "sevgi" hep kutsal ve hep çok özel...
Geri gelse dediğimiz anların başında hep "sevgi" ile ilintili anlar var. Hep sevgi etkiliyor en çok...
En çok o, iz bırakıyor. En çok o can acıtıyor. En çok o kırıyor bizi...Asla onsuz da olamıyoruz.
Acıttığı, bizi çok çok üzdüğü anlarımızı bile güzel anımsıyoruz.
"Geri Gelse Dediğimiz Anlarımız" Yüzümüzde tebessüm bırakıyorsa geri gelsin...
"Geri Gelse Dediğimiz Anlarımız" Bize bizi, nereden nerelere geldiğimizi hatırlatıyorsa gelsin.
"Geri Gelse Dediğimiz Anlarımz" Özeleştirimiz adına bize güzel mesajlar verebiliyorsa gelsin...
Güzel anlar herkese...Sevgi dolu, özel hissettiren, güven duyduğunuz insanlarla, doya doya...:))

11 Ağustos 2012

ZOR BIR GECE...LÜTFİYE'NİN ARDINDAN...

Uyuyamadim. Bunaldim. Kalktim yazmak istedim.Lütfiye'yi kaybettik. Lütfiye benim Sapanca-Kırkpınar'dan komşum, arkadaşım.
Daha 20 gun once Sapanca'da hep beraber keyifli bir aksam gecirmistik.
Hastaligi iyiye gidiyor gibiydi. Esiyle pistin ortasinda ne de guzel dans etmislerdi. Herkes, hepimiz buyuk bir coskuyla alkislamistik.
"Sanirim basaracak, atlatiyor galiba. Ne guzel" Demistim kendi kendime...
Dun olum haberini duydugumda, neye ugradigimi sasirdim. Dondum kaldim oylece...Olamazdi...O cok iyi görünüyordu. Yuzu guluyordu, butun zarifligiyle capcanliydi daha 20 gun once...
Iste bir kez daha ve bir kez daha anliyordum ki, sakasi yoktu hayatin. Hic beklemedigin anda, hic anlayamayacagin hizda, algilarinin cok otesinde karsina cikarabiliyordu ÖLÜMÜ...
Haydi simdi yanlis anlasilmaktan, dert ettigimiz onca nedenden, uykularimizi kaciran bir dolu problemden bahsedelim. Ne kadar küçüldü sorunlarımız bir anda değil mi???
Zarif bir kadın, harika bir anne ve  çok iyi bir eş ayrıldı aramızdan. Bazı insanlar vardır. Onlarla çok da fazla bir şey paylaşmamışsınızdır ama çok yakın hissedersiniz kendinize...Sanki yıllardır tanışıyor gibisinizdir. Lütfiye ile öyleydik biz. Eminim O da öyle hissetti hep. Bir de ortak bir geçmişimiz vardı. İkimiz de kanseri atlatmış, 2. hayatımızı yaşıyorduk. Kimsenin anlayamayacağı şeyleri, biz belki de konuşmadan hissediyorduk birbirimizle...Ancak yaşayanların anlayabileceği şeyler... 
Lutfiye nur icinde yatsin...Hiç pes etmeden, dimdik ayakta, sapasağlam göğüsledi başına gelenleri...
Örnek alınası bir tavırda ve çok güçlü...Hepimiz onu çok güzel hatırlayacağız...
Hayat devam edecek. Olumlerle, kaybettiklerimizle, bir gun daha yasamissak kar sayarak...
Lutfiye'siz, babamsiz, Cuneyt Bey'siz........ Daha bir cok kaybettigimiz yakinlarimiz olmadan...

19 Temmuz 2012

MİNİCİK BİR NOKTA...

Minicik bir noktayız boşlukta oradan oraya savrulan...Bazen ne yapacağını şaşıran, nereden tutunacağını, kimlere dert yanacağını bilemeyen...Bazen yalnız, yapayalnız kalan...Hiç beklemediği zamanlarda, beklemediği mucizelere tanık olan...Yaşadığı mucizeler karşısında, Tanrıya daha bir yakınlaşan...Hatta artık kendini çok da yalnız hissetmeyen...
Büyüyorsun galiba...Büyüyorsun , her yaşının zevkine vararak...her yaşının, bir öncekinden çok daha anlamlı ve gittikçe de güzelleştiğinin bilinciyle...
 Öğrendin örneğin madalya takmıyorlar asla...Fazla düzgün yaşadın ve pırıl pırıl, bir çok kişinin özendiği bir yaşam sürdün diye...Bravo da demiyorlar...Sen yaşayamadıklarınla, baskıladığın duygularınla, çılgın bir şeyler yapmak isteyip de "Hayır yapmamalıyım, doğru değil" lerinle...Hayatın nasıl da hızlı akıp gittiğini, daha şimdi yeni yeni farkedebiliyorsun 40'lı yaşlarını sürerken...Kabuğunu kırmak istiyorsun. Dikenlerini geri içeri almak ve tekrar dışarı çıkmalarına izin vermemek hatta...
Bunları kırmak hiç de kolay değil. Evet kolay değil ama olanaksız da değil. En önemli basamak "Farkına varmak" ki bunun farkına varmış durumdasın.
Farkına varmak ve uygulamak, hayata geçirmek önemli. İleride bir çok anısı olmalı insanın. Anısı çok olan insanların, yaşlandıklarında daha keyifli, daha iç huzurunu yakalamış, dingin insanlar olduğunu biliyorsun. Anlatacak bir çok konuları oluyor sonuçta ve yüzlerce anıları ...
Bol bol anılar eklemeliyiz yıllarımıza...İleride çok anlatacak şeyimiz olmalı. Madalya takmaksa konu; en güzellerini takmalıyız kendimize. "Aferin" Demeliyiz..."Bak gördün mü, istediğin bir çok şeyi gerçekleştirdin. Çok fazla da baskılamadan, dozunda üstelik...Çok sevildin çoookkk:)) Sevdin de hatta...Ailen oldu, annen-baban, sevgi dolu büyüttüler seni...Sevgiyi ilk onlarla yaşadın. "Sevginin"Gücünü, büyüklüğünü, mucize gibi bir şey olduğunu...Her şeye iyi geldiğini, tüm kapıları açabildiğini...Kaybının, hiç de kabul edilir olmadığını...İnsana kolu-kanadı kırılmış hissi verdiğini yada hiç acımamış noktalarının bile sızladığını...Ölmek isteyebileceğini hatta...Nefessiz kalmış gibi, oksijenin bitmiş gibi sözde yaşayabildiğini...
Kendini baskılayarak yaşayacaksan, göze almalısın yarım yaşayacağını...Her şeyin yüzde ellisinden keyif alacağını...Asıl, sen olmaktan çıkacağını bilmelisin. Rahatlamalı ve yılların akışına bırakmalısın kendini...Özgürce ve isteyerek..."Korkma, kimse seni hiç bir şeye mecbur etmez. İstediğin oranda ve istediğin özgürlükle yaşa...Kimseye hesap vermek zorunda değilsin. Kır zincirlerini, yürü git lütfen...
Daha ne kadar kötü deneyim yaşamalısın hayatın hızı ve kısalığı ile ilgili???Daha ne diyelim sana...
Madalya yok:)) Unut:))
Keyfine bakar mısın lütfen hayatın...
Yeter artık...Anladık...Fazla düzgün yaşama saplantın var. Bunun sana bu denli de faydası olmaz...
Haydi, ortaya çıkar o içindeki muhteşem çocuğu...Emin ol ölmedi o...Yıllardır özgür olmak için bekliyor. Biraz daha gecikirsen, küsecek ve sen çok geç kalmış olacaksın. Geç kalacaksın hayata da Ona da...Hayatın keyfi, O muhteşem çocukta aslında...
Sevgiyle sarıl ona...Sıkı sıkı...Eğlenceli yıllar seni bekliyor...İyi eğlenceler...Keyifli yıllar:)))



23 Haziran 2012

KENDİNİ KEŞFEDERKEN, BİR ŞEHRİ KEŞFETMEK:)


Uzaklaşmak zorunda hissettiğim bir çok nedenim vardi buraya gelirken...Geride, unutmak istedigim sevgilim, gecirdigim ameliyatin ruhumda biraktigi travma ve daha neler vardi neler...
Kendimi yeniden bulmaya ve kendimle daha bir yakinlasmaya ihtiyacim vardi. Biliyordum ki insan nereye giderse gitsin, sorunlariyla gidiyor. Olan sorunlardan kacmak yerine, biraz yalniz kalip, coook uzaklardan, taaa San Francisco'dan objektif bakabilmekti amacim tum hayatima, geldigim noktaya ve yalniz kalabilmekti...Tum bunlar icin ne kadar dogru bir yer secmistim. San Francisco daha geldigim ilk gunden beri bana, sanki"Lutfen kendine gel"Der gibiydi. Bu yazdiklarimi su anda, size gore gece yarisi, buraya gore ogle sonrasi Santa Monica kumlarinin uzerinde, kulakligimda harika bir muzik, gunes vucudumu ruzgarla karisik urpertiyor ve mutlu, son derece huzurlu... Kararlar almis, ozguveni daha bir artmis...Sevgi dolu duygularla yaziyorum.
Yeni bir ulkeyi, yeni bir sehri kesfetmemin ruhuma kattigi guzelliklerle...:)))
San Francisco sokaklari da Santa Monica da gunun her saati spor yapan, koşan insanlarla dolu. Herkes bireysel mutlu gorunuyor en basta. En onemli nokta da bu degil mi zaten?Once kendimizle mutlu olmaliyiz, yalnizligimizla barismaliyiz.
Hobileri var cogunlugunun...Kimi dalga surfu yapiyor, kimi roller blade,bisiklet vsvs...
Cok cok etkilendigimi soyleyebilirim. Her etkilendigim noktayi kendime cevirdigimde, sorun olarak beynime yerlestirdigim bir cok konunun aslinda minicik oldugunu gordum. Dev agaclarla dolu red wood ormaninda yururken, bu dunyada aslinda ne kadar ufacik bir zerre oldugumu hissettim. Sorun olarak icimde devlestirdigim tum olaylarla, o dev agaclar alay ettiler sanki... İki gun etkisindeydim. Tanriya cok cok yakinlastigimi ve inandigimi bir kez daha kesfettim.
Yeni bir ulke...Yeni kesfettiklerim, beni kendime getirdi. Yenilendigimi, piril piril oldugumu hissediyorum...Cozum her zaman bizde biliyorum ama cozumu yeni bir ulkeyi kesfederek de besleyebilirsiniz
Coook uzaklardan...Sevgilerimle...DB.:))



17 Haziran 2012

"BABAMSIZ BABALAR GÜNÜ"...

Babamsız..Maalesef, herkesin babalarıyla vakit geçireceği, özlem gidereceği, sevgilerini bir takım hediyelerle göstermeye çabalayacağı bir babalar günü daha...
Babalarınız eğer hayatta ise lütfen görebileceğiniz kadar çok görün onları. Bol bol vakit geçirin.
Yıllar göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor. Bir bakıyorsunuz, o idolüm dediğiniz, hiç bir yerlere koyamadığınız babanız, gözünüzün önünde eriyip yok oluyor. Görmek istemiyorsunuz o tabloyu ama nafile...Hayat bunu da gösterebiliyor size. Çok zor...İnanınp çok çok zor....
Ben babamı... O, haftanın 7 günü kravatını bir an bile çıkarmayan, hep ve herkese karşı saygılı, yüzlerce çocuğa okuma yazma öğretmiş, mandolin kursları vermiş, her ne olursa olsun koşulu, yine 3 çocuğunu, dimdik ayakta, aslanlar gibi büyütüp, okutabilmiş, yerine göre maaşı yetmemiş, taksicilik bile yapmış ama o öğretmen kimliğinden hiç ödün vermemiş melek gibi bir adam olarak anacağım her zaman...
Babam gibi bir adamın kızı olmaktan da hep gurur duyacağım ve böylesi yoğunlaştığım günlerde de sizlerle paylaşacağım duygularımı...
Baba olan herkesin babalar gününü kutluyorum...

13 Haziran 2012

ZAMANIMIZIN SÖZDE AŞKLARI...

Zamanımızın insanı aşk mı yaşadığını sanıyor? Sevginin anlamını biliyor mu ki???Berbat örnekler önümde. Bir kaç tane güzel ilişki dışında yok...Yok gerçekten...Hep bir production durumu, hep bir yoğun beklenti yada...Neden bu yüzyılda yaşıyorum diye soruyorum kendime zaman zaman...Mutlular mı, hayır...Hem de kocaman bir "Hayır"...Bunları gördükçe eskilerde yaşanan aşkları, sevgileri inanılmaz özlüyorum. Yaşayabildim mi böyle aşklar??? Ona da "Hayır". Yaşanmış mı peki, geçmişte? ve emin miyiz yaşandığına?"Evet"....Hem de öyle yoğun, öylesine güzel, tertemiz yaşanmış ki..Bugün, insanlardaki en büyük boşluk bu aslında...Sevemiyorlar ve sevilemiyorlar...Sevip, sevildiğini sananlar da sadece sanarak yaşıyorlar...Gerçek değil, sevgi hiç değil. Sevgide çıkarlar olmaz, pazarlıklar olmaz, para konuşulmaz, önce ben denmez..."Seni çok seviyorum" derken, karşıdan da hemen bir karşılık cümlesi beklenmez...Seviyorsan, seviyorsundur işte...Onun sana ne hissettiği de o kadar önemli değildir. Sevgilin acı çekiyorsa kaçılmaz, yok olunmaz..Paylaşılır her tür acı, her tür sevinç, her tür problem...Sorunların varken sana kucak açan sevgiliye, her şey yoluna girdiğinde sırt çevrilmez...Saygınız kalıyor mu böyle yaklaştığınızda, kendinize de bedeninize de? Rahat nefes alabiliyor musunuz her gece ayrı vücutlarda tek vücut olmaya çabaladığınız yanlış yataklarda...Kendinizi kandırıyorsunuz, hatta nefret bile ediyorsunuz kendinizden...İşte modern toplum, gelişen, çağdaşlaşan insanlar adı altında bizlere empoze edilen paketin sonuçları yaşanıyor. Sakın yanlış anlaşılmasın...Tabii ki güzel, pırıl pırıl, sıcacık aşklar, sevgiler yaşayan minik bir şanslı grup var...Onlara nazar değmesin...Değebilir çünkü çok azınlıklar...
"Mihriban" türküsünün sözlerine hiç dikkat ettiniz mi?
Ben açıkça söyleyeyim, hiç dikkat etmemişim şimdiye kadar. Daha doğrusu bu türkünün o güzelim, içten sözlerini yazan, değerli şair Abdurrahim Karakoç geçen hafta vefat edene kadar..Nur içinde yatsın...Her birimiz, bazı şeylerin değerini, maalesef kaybedince farkediyor, anlayabiliyoruz. Ne yazık ki, bu hiç değişmiyor...
Sözlerin bir kısmı bakın ne diyor türküde;
"Sarı saçlarını deli gönlüme bağlamışım çözülmüyor Mihriban...
Ayrılıktan zor belleme ölümü, görmeyince sezilmiyor Mihriban...
Yar deyince kalem elden düşüyor...Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor.
Lambada titreyen alev üşüyor...Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban...
Devamını da akustik versiyonunda alttaki linkten dinlemenizi öneriyorum. Sevecekseniz... Böyle seveceksiniz...Evcilik oynamıyoruz, şaka değil...Sevgiden bahsediyoruz..
Bu dünyaya ve düzene rağmen sevgiler hep etrafınızda olsun...Siz her ne yaşamışsanız yine yeniden sevin...Sevdikçe daha çok sevebildiğinizi göreceksiniz...Sevgi dolu yıllar dilerim....Beklentisiz...Yalın...

22 Mayıs 2012

HAYATIMIZDAKİ "KEŞKE"LER...

Hiç düşünmeden atılan adımlar...Zayıf anlarımızda alınan kararlar...Seçimler... Sırf başkaları mutlu olsun diye gösterdiğimiz özveri ...Araya giren zaman ve farkındalıkla, yerini "KEŞKE" lere bırakıyor. "Keşke öyle davranmasaydım", "Keşke ona, onu çok sevdiğimi zamanında söyleseydim","Keşke yalan söylemeseydim", "Keşke yanında daha fazla zaman geçirebilseydim", "Keşke daha açık olabilseydim"...Gibi...  Bu böyle uzar gider...Yaşadığımız, nefes aldığımız sürece de, böyle olmaya devam edecektir. Ne kadar " Keşkeleri sevmem" desek de, yaptığımız hatalar hep olacaktır,ulaşamadığımız ,arzu ettiğimiz şeyler hep olacaktır... Sadece hatalarımızı farkettiğimizde keşkeler başlar, bir de tatmin etmediğinde yaşamda bazı detaylar bizi... Bu farkındalığımız, gerçekten içten bir farkındalıksa, zaten o hataları yavaş yavaş yinelememeye başlarız. Çabalarız en azından. Bir umut vardır yani...Pişmanlıktır, mutlu olmamaktır aslında keşkeler...Hataları farkedip pişman olmaktır. Bunların her biri hayatın ta kendisidir. Hepimiz yaşamımıza tertemiz bir sayfayla başlarız. Umut vardır, hayallerimiz vardır, hedeflerimiz vardır...Sanki her şey düzgün gidecekmiş gibi hissederiz. Hatta eminizdir de düzgün gideceğine...Sonra yavaş yavaş, hayatın içine girdiğimizde, minik minik tokatlar yemeye başlarız. Sorunlarla tanışırız... Kendimizce çözümler buluruz. Hayata karşı o kadar acemi ve saf kalmışızdır ki, çözmeye çalışırız bir şekilde karşımıza çıkan sorunları. İşte böyle böyle hayat bize kendini tanıtır. Artıları eksileri, nasıl kararlar alırsak, nasıl sonuçlanabileceğini, burnumuz sürte sürte öğreniriz. Öğrenmek zorunda kalırız aslında...Bu yüzdendir ki yaş almış insanlar, gençlere göre daha dingin, daha farkında ve daha huzurludurlar. O testlerden defalarca geçmişlerdir çünkü. Defalarca "Keşke" demiş, hatta kimbilir aynı hataları yine ve tekrar yapmışlardır. Umut ettiklerinde de "keşke" vardır. Kimbilir belki "Bir evim olsa " demişlerdir. "Keşke iş hayatım daha iyi olsa" demişlerdir yada...Yıllar böyle geçip gitmiştir...Yine "keşke" dediklerinde bu defa artık farkındalardır. Yoksa hayat çok daha farklı uyarılarla onlara "Kendine gel" demiştir, diyecektir de...Hayat bize zamanla, elimizdekilerle de mutlu olabilmeyi öğretmiştir.  Hayatımızda tabii ki "Keşke"ler olacaktır. İnsanız sonuçta...Ama önemli olan hataları farketmek...Geç de olsa, anlamaya çalışmak, nedenleri, niçinleri, nasıl o hale gelindiğini, yanlışların nelere yol açtığından çok, bugün bu an itibariyle, bu yanlışların ne kadarını kabullenip, ne kadarının nedenlerini bulabildiğimizi, geçmişle barışmadıkça, sadece "Keşke" diyerek de biryerlere gelinmediğini...Anlamamız lazım...
Geçmişimiz bugünümüzü hazırlıyor...Hayatımızdaki yanlışlar da biziz, doğrular da... Yanlışlarımız da kişinin kendine özel ve onu o yapan yanlışlar...Doğrularımız da öyle...
Öyle yada böyle hayatımız devam edecek...Zaman akıp geçecek...Her birinize güzel geçmişler hatırlatacak yaşamlar diliyorum...DB.

20 Mayıs 2012

SANCILI DOĞUM-"PARMAK İZİ"

Sapanca'da yine keyifli, sicacik ve olabildiğince duygusal bir hafta sonu...Bu guzellige daha da anlam katan ise,"Parmak İzi"Kitabini şimdi bitirdim. Sancili doğum bitti, bebek doğdu. Ne demek istediğimi ancak kitabi okuduğunuzda anlayabileceksiniz. Şimdiye kadar yüzlerce kitap okudum. Böyle bir şey yok... Gözyaşlarimi tutamiyorum. Demek ki o sancili doğuma oyle bir kaptirmişim ki kendimi, daha doğmadan, kendini dunyaya, hayata hazirlayan o minicik bebeği sanki kendim sanmişim. Henüz doğmadan daha, korkularina, endişelerine, heveslerine ortak olmuşum ki, korkarak ve"elimi birakma" diyerek doğuşu sirasinda gözyaşlarima hakim olamadim.Kitabi okurken böyle bir sey yoktu. Taaa ki, son sayfaya gelene kadar:)) Ben bile bana çok şaşirdim. Hıçkırıklarımdan, bana sicacik sarilan ve gözyaşlarima da ortak olan, bu kitabin da yazari canim arkadaşim Elmas Genç'ten başkasi değildi. İlk kez bir kitabi, yazarinin yaninda okumanin büyüsünü yaşıyordum. Olağanüstüydü herşey. Ne çok şey birikmiş meğer ben doğalı içimde... Ne çok korkumla, üzüntümle, coşku ve sevinçlerimle yüzleşmişim. Ne çok tortu bırakmış hayat ben bunlari yaşarken...Lütfen bu mümkün olsun...Yeniden doğmak istiyorum.Söz veriyorum. Cok uslu bir kiz cocuğu olacağim. Belki başka hatalar yapacağim ama önceden yaptığim yanlislarimi yinelemeyeceğim. Yine sevgi dolu olacağim. Her koşulda yaninizda olacağim. Bu kadar duygusal olmayacağim belki... Siz de söz verin. Beni seveceksiniz yine değil mi?
Haydi yeniden doğmaya...DB.

22 Nisan 2012

DOĞANIN BANA YAPTIKLARINA BAKIN

Buyuk sehir insani nasil da icine hapsediyor. Ruhunu rehin aliyor sanki. Evet yapacak bir cok alternatif olmasi insana bir rahatlik veriyor tabii. Canı sıkılan bir çok şey yapabilir. Hiç bir şey yapmasa da yapmak istediğinde yüzlerce seçenek sunar büyük şehir insana...Kaçımız bu alternatiflerin kaçta kacını yapabiliyoruz? Yapamasak da istedigimizde onlar yani alternatifler hazirlar diye avutuyoruz kendimizi...
Bu haftasonu Sapanca-Kirkpinar'daki evime geldim. Ayri bir dunya sanki.
Hic bir sey dinamik ve hizli degil. İnsanlar cok daha sakin ve yavaslar. Ben de haliyle onlara ve o guzelim dogaya uyum sagliyorum hemen. Hemen uyum sagliyorum cunku tek istegim bu. Ruhumu daha ozgur, beynimi daha sakin birakabilmek... Buraya gelmesem belki hala o çarkin bir parcasi olarak dinamik ve hizli bir haftasonu geciriyor olacaktim. Mutlu ve huzurlu oldugumu var sayacaktim.
Su anda bu yazimi göl kenarinda, hatta gölün üzerine kurulmus setin üzerinde balik keyfim arasinda İphoneumdan yaziyorum. Kirmizi kulakliklarim kulagimda eski coook eski parcalar dinliyorum.Garson bekledigim biri olup olmadigini soruyor, "Hayir diyorum sadece ben varim"Bazi mekanlar yalniz gitmisseniz cok keyiflidir. Ruhunuza ilac gibi gelir,kendinize dönmenize vesile olur.
Şu anda kirmizi kulakligimdan gelen ses Timur Selcuk'tan ve diyor ki
"Beni kör kuyularda merdivensiz biraktin"
"Denizler ortasinda bak yelkensiz biraktin"........
Buna bir son verip, biraz da jazz dinlemeliyim yoksa toparlayamayacagim. Yoğunlaşma tavan yapti nitekim:)
Neyse, size önerim, mutlaka en azindan haftasonu yaşadiğiniz şehri terkedin. Ne kadar terkederseniz, o kadar kendinizi bulursunuz. Minik bir öneri. Her birinize kucak dolusu sevgiler...



9 Nisan 2012

AYNI HAYAT...

Bir gün önce muhteşem bir Pazar günü, her şey çok güzel, bahar harika diye düşünürken, bir gün sonra, aldığınız bir haber, sizi altüst etmeye yetiyor. Hayat aynı hayat...Aynı hayat bir gün önce sizi inanılmaz mutlu hissettirirken, yine aynı hayat, bugün acı hissetmenize, sorgulama yapmanıza neden olabiliyor.
Kansere yakalanan, vurdum duymaz, hiç bir şeyi umursamayan, rahat, kolay kolay bir şeyleri kendine dert etmeyen bir tek kişi söyleyebilir misiniz bana??? Mümkün değil...Nerede hassas, duyarlı, fazlaca verici birileri var, çok daha kolay yakalanabiliyorlar diğerlerine göre...O kadar özeniyorum ki rahat insanlara. Hiç bir zaman öyle biri olamayacağım. Bu kadar hassas ve duygusal yönümüzle de yaşıyoruz işte yaşayacağımız yere kadar...
Hassas ve biraz da kırılganız ya, işte bizim bu halimizden anlayacak, bu anlamda bize daha duyarlı yaklaşabilecek birilerini istiyoruz hayatımızda...Buna herşeyden daha çok ihtiyacımız var. Başa çıkamayabiliyoruz hayatın bir öyle, bir böyleleriyle...Hayat bize normal insanlardan daha ağır gelebiliyor çoğu zaman. Hayat bize daha zor kısacası. Böyle insanları çevremizde göremeyince de, normal insanlardan daha çok yalnız hissedebiliyoruz kendimizi. Belki hastalıklara da daha açık hale geliyoruz. "Meral Okay"ı kaybettik. Melek gibi bir insanı, oyuncuyu ve muhteşem bir senaryo yazarını...
Hassas, duyarlı, pırıl pırıl insanlar yavaş yavaş ayrılıyor aramızdan...Çok üzgünüm...

7 Nisan 2012

AYNI İNSAN...

Aynı insan sizi, hem dünyanın en mutlu insanı yaparken, aynı insan size kendinizi, en mutsuz, en yalnız ve en çaresiz insan da yapabiliyor. Bunların tümünü hissetmenize neden olan, aynı insan...Her iki uçta hissedebiliyorsunuz kendinizi...Ya en mutlu, ya en mutsuz...Bunu sadece çok fazla sevdiğiniz, çok fazla değer verdiğiniz biri başarabilir. Önem vermediğiniz biri sizi ne kadar yaralayabilir ki???Hiç üzerinde bile durmazsınız. En mutlu olduğunuz dakikalarınız, başka hiç bir yaşadığınız dakikalara benzemez. Hissettiğiniz özel( o her ne ise) tarif bile edemeyeceğiniz kadar özeldir sizin için. Peki ya, her şey ters gidip de madalyonun diğer yüzünü yaşamaya başladığınızda...İşte onun da tarifi yoktur. Yaşanan acı o kadar derin ve büyüktür ki, sabah kalktığınızda giyinmek bile istemeyebilirsiniz. Sosyalleşemeyebilirsiniz. Eve bir an önce dönüp, her şeye kendinizi kapatıp, yasınızı da kendinizle başbaşa yaşamak isteyebilirsiniz.Sorgulamalar başlar sonra... Neden bu hale geldik? diye...Ne yaparsanız yapın, bir türlü ortak noktalar bulamamış olabilirsiniz. Sorunlarınızla başa çıkamamış olabilirsiniz. Sürekli birbirinizi suçlamış, sürekli kendinizi haklı bulmuş olabilirsiniz. Tüm bu yanlışları yaparken, o insanı ne kadar çok sevdiğinizi bile unutmuş olabilirsiniz. Sakın unutmayın olur mu? Sevginizi...Ne kadar sevildiğinizi sakın unutmayın. Sevgi her kapıyı açmalı. Sevginin gücü ile her sorun çözülebilmeli. Mücadelenizi bırakmayın. Çaba yoksa, istek yoksa, ona sevgi de hiç bir şey yapamaz. Sevgi de emek ve çabayı hissettiğinde büyüyor. Kabullenebilmek de önemli. Ayrılığınızda dönüş şansınız yoksa, kabullenmeyi bileceksiniz. Hayat akmalı, dakikalar, saatler, günler onsuz acı verecek...Verecek maalesef...Ama zaman öyle bir ilaçtır ki, bir de bakmışsınız, hayat güzelleşiyor...Dün üzüntüden ölebileceğinizi düşünürken, bugün, daha dinginleşmiş, daha ayaklarınız yere sağlam basıyor ve kendinizden daha bir emin hissediyor olabilirsiniz. İnsanız sonuçta. Unutabilmemiz için unutmak istediklerimizi... Zaman denen sağlam bir olgu var önümüzde. ...Sevmeyi unutmayalım. Sevebilmek öyle güzel bir duygu ki, yeniden yeniden yeniden sevmeye yönelmeliyiz. Sizi genelde mutlu eden, size sonsuz keyif ve huzur veren, sevdiğiniz insanlarla geçsin günleriniz...Sevgiyle kalın...

24 Mart 2012

"KUŞLAR BAHARI MÜJDELİYOR RUHUMA"

Kış uzun sürdü. Zordu soğuk,bitmeyen geceler...Sanki bir daha güneşi göremeyecekmişim gibi hissettiğim zamanlar oldu. Nefes alamadığımı hissettiğim, oksijensiz kaldığım...Uzun geceler, uzun düşünmelere zemin hazırladı. Bundan iyi fırsat olmazdı. Neyse, sorgulama iyidir, yaz da olsa, kış da olsa...Şimdi, ağaçların yine gelinler gibi süslenip, çiçek açtıklarına şahit olmak istiyorum. Yaşadığımı ve bu güzelliğe bir kez daha şahit olduğumu bilerek. Bunun aslında büyük bir şans olduğunun bilinciyle. Seneye belki de göremeyebilirim, göremeyebiliriz bu güzellikleri. Kimin ne olacağı belli mi bu hayatta? Her an sürprizlere gebe, her yeni gün, sunulan bir bonus sanki. Kuş sesleriyle uyanıyorum kaç sabahtır. Öyle güzel duygular bırakıyorlar ki insanda. Neler fısıldıyorlar bana neler:)) Onları anlamaya çalışıyorum. Bana"Haydi uyan, günü kaçırma, bak güneş pırıl pırıl, en güzel şarkılarımızı senin için söylüyoruz" der gibiler...Ben de onları dinliyorum gerçekten ve sıkı bir dostluk gelişti aramızda. Bir sabah duymasam seslerini, üzülüyorum. Salonumun önündeki büyük ağacı seviyorlar belli ki.
O ağaç da 1-2 haftaya mosmor salkımlarını bırakacak dünyaya. Kuşlar ve mor salkımlar eşlik edecek sabahlarıma. Kahvaltımı onları seyrederek ve güzel hayaller kurarak yapacağım. Hiç bir olumsuzluktan, hiç bir problemden, etkilenmemeye çalışacağım. Sil baştan yine ve yeniden kuracağım hayatımı. Baharla yeni hayat... Bende öyle büyük bir yürek ve öyle büyük bir yaşama sevinci var ki, bunu hiç bir kimsenin ve hiç bir durumun yok etmesine izin vermeyeceğim. Beni hastalığımda sağlığımda kollayacak insanlar her zaman çevreleyecekler beni. Ben de onları asla yalnız bırakmayacağım. Minik minik nazlanmalarıma, sevgi ve huzur arayışıma ortak olacak insanlar olacaklar onlar...Ruhumdaki o hiç bitmeyen, eksilmeyen çocuğu besleyecek insanlardan seçeceğim dostlarımı. Beni seviyorlarsa, anlamaya da çalışmaları gerektiğinin bilincinde olacaklar zaten. Çaba göstermenin, bir insana önem vermenin, kıymet vermenin en güçlü göstergesi olduğunu bilecekler. Bunu yapabilirlerse, bilecekler ki paylaşılan anların değerinin ölçüsü yok. Baharla birlikte, hepinize missss gibi kokan çiçekler gönderiyorum. Yakalayın hadi...Bakın kıpkırmızı bir gelincik var orada, hadi ne duruyorsunuz gidin o kıpkırmızıya hakkettiği ilgiyi gösterin, çekinmeyin. Papatyalar, en sevdiğim toptop sardunyalar, menekşeler, leylaklar, yaseminler....Hepsi sizin için açıyor bu bahar...Bu çok olağanüstü değil mi??? Çok özlediniz değil mi baharı?Tadını çıkarın hayatın...Seviyor ve seviliyorsanız hele de...Çok şanslısınız. Sıkı sıkı sarılın şimdi karşınızdaki insana...Bahar, çiçekler, mis kokular arasında, her şeye rağmen "Yaşamak güzel" diye haykırın..."Yaşamak güzel"...

11 Mart 2012

Murathan Mungan'dan..."BAZI"

Bazı
Bazı gecelerin sabahı yoktur
yalnızca karanlık olarak kalırlar.
Bazı ayrılıkların dönüşü olmaz
giden gider borçlarıyla yaşar kalanlar.
Geleceği yoktur bazı kalplerin
aşk uğramaz onlara bir daha
tek bir hatırayla yaşlanırlar.
Bazı pişmanlıklar uzun sürer
zamana yayılırlar.
Kendinden kaçanlara saklanacak yer kalmaz dünyada
gün gelir kendileriyle tanışırlar
asıl yalnızlık o zaman başlar
hayata geç kalmıştır kendine geç kalan
şairin dediği gibi
bir daha yaşamak zorunda kalır geçmişi anlamayan.
Bazı geceler
bazı insanlar
bazı yerlerde sahiden karşılaşırlar.
Bazı insanlar
bazı aşklar
bazı şarkılar bu yüzden unutulmazlar.
Bazı hayatlar hayal tutmazlar
bu yüzden
bazı bazı bazı
çabuk yaşayıp ansızın kaybolmalar….

Murathan MUNGAN

10 Mart 2012

BAZEN HER ŞEY ANLAMSIZDIR YA...

Dün anlam yüklediklerim bugün ne kadar  anlamsız olabiliyor. Dün"Asla vazgeçemem, ayrılırsam yaşayamam" dediklerim şimdi yanımda değiller ve ne ben onlarsız öldüm, dünyalar başıma yıkıldı, ne de onlar hatırlıyor beni şimdi... Özlemiyor muyum? Hayatıma fazlaca dokunanlar var ki, onları hala özlüyorum.Yüzümde hoş bir tebessümle hatırlıyorum hatta...Dün hedef olarak seçtiğim hayallerimin çoğunu gerçekleştirdim.Eeee...Mutlu sonlar olgunlaştırmıyor ki insanı, bunu anladım.Her yıkılış yeni bir yükselişti. Her ayrılış beni daha bir büyüttü, daha bir olgunlaştırdı. Dün yalnızlıktan çok korkan ben, şimdi yalnızlığımla çok iyi dost oldum. Onu kabullenmeyi öğrendim. Bazen istemediğim zamanlarda da kapımı çaldığında  İstemesem de "Tamam, gitme" diyebilmeyi öğrendim. "Olamaz, bu da mı başıma gelecekti?" diye kendimi üzdüğüm her olaydan, daha güçlenerek, daha sağlam ve daha büyümüş çıktım. Hasta oldum... Çok hasta oldum. Öleceğimi düşündüm. Derinden hissettim hatta ölümü...Ölünebiliyormuş beyinde ve hissederek de...Bunu yaşadım. Beni çok değiştiren ve güçlendiren bir deneyim oldu. Şimdi diyorum ki, "İyi ki hasta olmuşum ve iyi ki olabilecek ve bir insanın başına gelebilecek en ağır travmalardan birini yaşamışım."Ölümle, yalnızlıkla, korkularla barıştım böylece. Artık hayat, canımı acıtmasını istiyorsam ve izin veriyorsam üzebilir beni...Hala zayıf olan yönlerim var tabii...Çok da fazlalar hatta...Onları da seviyorum. Beni, onlar ben yapıyor aslında...Güçlü yönlerimi zayıf yönlerimle, zayıf yönlerimi de güçlü yönlerimle keşfediyorum. Her biri birer yeni yol açıyor bana...Her yol, yeni bir keşif, yeni hata yapma olasılığı, yeni umut, yeni üzülme, yeni sevebilme, tecrübe, yeni huzur, yeni, yeni bir çok şey...Kırılmalar, tanımalar, hissetmeler, anlamalar, yeni zayıflıklar ve öğrenmeler...Ben bunların tümüyüm. Benim işte!!! Yada siz!!! ve yada diğerleri!!!...Her birimiz için geçerli değil mi? İnsanım işte...Hele de KADINIM... Evet bazen her şey anlamsız gelebiliyor... Sahnede bir oyuncu gibi hissedebiliyor insan kendini...Vee perde kapanacak bir gün...Böyle düşündüğünüzde, anlamsız geliyor işte ve yakın, çok çok yakın birini kaybettiğinizde...Sorgulama başlıyor..."Ne oldu şimdi, nasıl yani...İyi de, o zaman neden bu kadar  öfke, kırılma, çaba, ego, hırs, kıskançlık...O zaman biraz daha yavaş yavaş acele edebilir miyiz? Farkında olarak en azından. Lütfen farkında olarak, bilinçle...Yeni anlamlar keşfettiğiniz ama ölümün de her an yanınızda olduğunu bilerek ve kabullenerek"...


4 Mart 2012

İLİŞKİLER OKSİJENSİZ, NEFES ALAMIYOR...

Sizin için "özel" olduğumuzu hissettirmediğiniz sürece, ilişkiler bitmeye, sizler de bizim ne kadar karmaşık, ne kadar çözümden uzak, ne kadar karmaşık yapılar olduğumuzu düşünmeye devam edeceksiniz. Bu kadar basit bir detayı atlıyorsunuz. Oysa o kadar kolay ki bir kadını mutlu etmek...Çok basit...Belki de bu kadar basit olduğu için düşünemiyorsunuz. Çok yazık biliyor musunuz???Sırf şu aklınıza gelmeyen detaylar yüzünden, gün be gün ne ilişkiler sonlanıyor... Kadın sadece erkeği için özel olduğunu hissetmek istiyor. İş çıkışı bir çiçek getirseniz eşinize ne olur???Bir yeriniz mi eksilir???Şişirip şişirip dolaştığınız egolarınız mı dibe vurur???Bir surpriz yapsanız ve eşiniz, sevgiliniz hiç beklemiyorken, onu yemeğe dışarı çıkarsanız...Mutlaka pahalı bir yemek beklentisi yoktur emin olun. O hareket zaten kadını mutlu etmeye yetmiştir.Yemeği nerede yediğinin çok da önemi kalmamıştır zaten. Kendi hayatınıza biraz önem veriyorsanız ve huzur istiyorsanız, işe öncelikle yanınızda yer alan insana itina göstermekle başlayın. Ben kendi adıma, birliktelik yaşarken, minicik ama miniminicik şeylerden bile kocaman mutluluklar çıkarabilen bir yapıyım. En basitini söylüyorum; Bir gün evde yalnızdım, hiç ummadığım bir yerde, sevgilimin benim için yazdığı iki cümle not bulmuştum. Sevincimi görmeliydiniz...Beni, o minicik not nasıl motive etmişse, sevgiden şımarmış kız çocuğu gibi, sevgilime ne yapacağımı, nasıl teşekkür edeceğimi şaşırmıştım... Bakın hala hatırlıyor ve sizinle paylaşıyorum. Maalesef bu gibi detayları hisseden, yapan erkek çok çok az..(İstisnalar her zaman geçerli).Beraberliğiniz ciddi temelleri de geçip artık fazlaca benimseme aşamasına geldiğinde, ne surpriz kalıyor ne de notlar...
Hiç bir şey bırakmıyorsunuz sevgi adına yapılabilecek...Kadın ikilemin en şiddetlisini yaşıyor. "Benim tanıdığım, aşık olduğum adam bu mu yani "...Hayal kırıklığı... Sizin,"Her kadın da özel hissettirmeyi hak etmiyor" dediğinizi duyuyor gibiyim. Siz seçtiniz kendinize eş yada sevgili olarak...O, özel olmayı haketmiyorsa, siz de onu seçtiğiniz için hiç özel değilsiniz o zaman...Hiç anlam veremem zaten, yıllarca evli kalırlar ve ayrılma döneminde birbirleri için demedikleri kalmaz...İyi de, yıllarca beraberdiniz ve siz birbirinizi seçtiniz...Burada bir ayna durumu yok mudur sizce??? Detaylar bir ilişkiye oksijen katar...İlişkilerinizi oksijensiz bırakmayın ne olur...Hayat şartları ağır olabilir, mücadele veriyorsunuzdur, kolay değildir ama evinizde bari mutlu ve huzurlu olmayı istemez misiniz? Minicik emeklere ihtiyacı var ilişkinin...Nefes aldırmalısınız kendinize de karşınızdakine de...Biraz gayret lütfen...Göreceksiniz her şey nasıl da farklı bir noktaya gelecek...Sade ve basit yaşayabilirsiniz ama karşınızdaki insan özel olmalı sizin için...Milyonlarca insan içinden seçmişsiniz ve belki de olanaksız gibi düşünülen bir birlikteliği kurmuşsunuz. Yaşatın lütfen...Dünya yüzünde yaşayan milyonlarca insanı hayal eden...Bu insan sizi seçmiş, siz de Onu...Sadece bu detay, oluşan mucize için yeterli değil mi???Ruhlarınızın derinliklerine inmeyi denemelisiniz. Bir kadın, "Ben iyiyim dediğimde," hayır, iyi olmadığının farkındayım" diyebilecek birine ihtiyaç duyuyorum" diyorsa, sevgilisi yada eşi her ne ise, o kadının yüreğine ulaşamamış demektir.Yüzeysel bakmıştır kadınına kesin...Kocaman, sessiz bir çığlık vardır orada aslında...Yazık çok yazık..... Sevgiyle kalın...